Güvenlik Konferansı’ndan Güvensizlik Çıktı!

Güvenlik Konferansı’ndan Güvensizlik Çıktı!

“Ancak bu yıl düzenlenen 61. NATO Güvenlik Konferansı, müttefik ABD ve AB’li emperyalist güçlerin, iç çelişkilerinin yüzeye çıktığı ve birbirlerine darbeler vurdukları boks ringine dönüştü.”

25 Şubat 2025

61. NATO Güvenlik Konferansı sonrasında, müttefik emperyalist güçler arasında çelişkiler derinleşiyor; enerji kaynakları uğruna, jeo-politik dengeler yeniden oluşuyor.

Her yıl şubat ayının son haftasında düzenlenen NATO Güvenlik Konferansı, bu yıl da 15-16 Şubat 2025 tarihleri arasında Münih’te gerçekleşti. Konferansa; NATO’nun üye ve yandaş ülkeleri katıldılar. Mevcut egemen güçler, savaş, işgal ve saldırı politikalarını “güvenlik” şemsiyesi altında, bu gibi zirvelerde alınan kararlar ile hayata geçiriyorlar. 1963’ten bu yana düzenli olarak yapılan “Münih Güvenlik Konferansı” emperyalistler arası “Soğuk Savaş” döneminde kendilerinin güvenlik sorunlarını ele almak için, Almanya’nın inisiyatifi ile başlatıldı. Ancak, emperyalist sistemin kendi arasındaki rekabet ve pazar çatışmasıyla birlikte, mevcut gelişme ve değişimlere paralel olarak kapsamı genişledi.

Son yıllara kadar Münih Güvenlik Konferansı, NATO üye ve yandaş ülkelerin oluşturduğu emperyalist blok ile, diğer rakip emperyalist blok olan (Rusya ve Çin’in başını çektiği Şanghay Beşlisi’ne) karşı ekonomik, politik ve askeri olarak, önleyici kararların alındığı ve başka coğrafyalarda yeni savaş ve işgal hareketlerin nasıl yapılacağına dair stratejilerin çizildiği; ezilen halkların geleceğine yönelik baskı ve güvensizlik oluşturan, fakat yeni pazarları ele geçirmek için, sermayenin güvenliğinin garanti altına alındığı bir konferans olarak yapılıyor. Bu nedenle, paylaşılmış olan coğrafyaları yeniden paylaşmak üzere, dünyanın dört bir yanında emperyalistlerin siyasi temsilcileri, savaş uzmanları, silah sanayileri ve sermaye sahipleri bir araya geliyor, silahlanma ve savunma odaklı konular esas gündemi oluşturuyor.

Ancak bu yıl düzenlenen 61. NATO Güvenlik Konferansı, müttefik ABD ve AB’li emperyalist güçlerin, iç çelişkilerinin yüzeye çıktığı ve birbirlerine darbeler vurdukları boks ringine dönüştü. ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, konferansta yaptığı konuşmada, müttefik Avrupa ülkelerini sert bir dille eleştirerek aşağıladı: “Avrupa, Rusya’ya karşı koymak istiyorsa, savunma harcamalarını hızla artırmalı. NATO tarafından belirlenen asgari yüzde 2’lik GSMH payının yüzde 3’e hatta yüzde 5’e çıkarılmalı” dedi. Diğer eleştiri noktaları ise, AB’nin göçe karşı mücadele etmediği, yine Avrupa’da Afd gibi ve kendisi de aynı yumurta ikizi olduğu, faşist ve ırkçı partilerin neden konferansa davet edilmediği konusunu, “ifade özgürlüğü” ile “seçmen irade temsili”ne bağlayarak, eleştirilerini sürdürdü.

Konferansta, ABD ve AB arasında, yaşanan bu kavganın sebebi, Ukrayna’nın hammadde ve enerji kaynaklarına kimin çökeceği kavgasıydı. Bu durumu ifade eden espride olduğu gibi; “hırsızlar birlikte çalarlar, ganimetleri paylaşınca kavga ederler”. Özellikle de ikinci dönemi olarak yeniden iktidara gelen, ABD başkanı Donald Trump, bu kavgaları ve ticaret savaşlarını derinleştirerek, yeni bir boyuta taşımak istiyor. Bu anlamda, ırkçı-faşist D.Trump Rusya Ukrayna savaşının bitirilmesi ve Ukrayna’nın enerji kaynakları ve yer altı zenginliklerine tek başına el koyma girişimi ile başlayan rekabet alevleniyor.

Yine geçtiğimiz günlerde, Trump Danimarka’ya bağlı ve enerji kaynaklarıyla zengin olan Grönland’ı “satın almak” istediğini açıklamıştı. Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen “Grönland, satılık değildir” diyerek cevap vermişti. NATO’ya üye bir ülkenin bir başka üye ülkenin topraklarının bir kısmını ele geçirme tehdidinde bulunması, pek yaşanan bir durum değildi. Ve kaldı ki Grönland’da zaten Danimarka askerinden çok ABD askeri üsleri bulunuyor.

Mevcut gelişmelere baktığımızda, yetmiş altı yıl önce kurulan NATO’da iç çelişkileri nedeniyle, çatlaklar oluşuyor. Özellikle D.Trump’ın resmi olarak göreve başlamasıyla izlediği politikalar, “batı emperyalizmi” içindeki ittifakları çatırdatıyor.

Yeraltı enerji kaynakları için, ticaret savaşları kızışıyor….

Yeniden Rusya-Ukrayna sorununa dönersek, öncelikle Avrupa’nın tahıl ambarı olarak bilinen Ukrayna; Dünya Enerji Konseyi (DEK) verilerine göre yeraltı zenginlik kaynaklarıyla da stratejik bir öneme sahip. Bu önemli maden rezervleri, emperyalistlerin iştahını oldukça kabartmış bulunuyor. Ukrayna’nın güneyindeki Zaporijya bölgesindeki Dniprorudne kenti yakınlarında, yerin yaklaşık bir kilometre derinliğinden çıkarılan cevherler, yüzde 60’ı aşan demir oranıyla ünlü. Stratejik öneme sahip bu hammaddeden yılda 4.5 milyon ton üretiyordu. Ve büyük kısmını başta Slovenya, Çekya ve Avusturya olmak üzere, Avrupa ülkelerine ihraç ediyordu. Bu madenlerin arasında, demirin yanı sıra, metalurji açısından kritik önem taşıyan taşkömürü, titanyum, manganez de bulunuyor. Altın, doğal gaz, petrol, kaolin, tuz, alçı taşı, zirkonyum ve uranyum da bu bölgelerde bulunan yeraltı zenginlikleri arasında.

Oysa Rusya’nın Ukrayna işgalinden 7 ay önce, yani 2021 yılının Temmuz ayında, Avrupa Birliği, Ukrayna hükümetiyle yer altı kaynakları ve hammaddeler üzerine, stratejik ortaklık anlaşması imzalamıştı. Ve AB’nin “yeşil dönüşüm” için gerekli kritik önem taşıyan hammaddeler listesinde, 30 adet element bulunuyor. DEK verilerine göre, bu elementlerin üçte ikisinin Ukrayna’da bulunduğu bilinmektedir. Ayrıca, dünyada en çok rağbet gören elementlerden biri de cep telefonu pilleri ve otomobil akülerinde kullanılan lityum. Avrupa coğrafyasında en büyük lityum rezervlerine sahip ülkesi Ukrayna olarak biliniyor. Lityumun yanısıra nadir elementler olarak, kritik önem taşıyan zirkonyum, uranyum, karbon ve titanyumda potansiyel olduğunu belirten jeoloji uzmanları; “Karbon akü üretiminde kullanılıyor ve rağbet gören bir madde. Ukrayna’nın en büyük potansiyeli ise titanyumdur. Dünya ihtiyacının yüzde 7’sini karşılayan Ukrayna, titanyumda dünyada beşinci sırada yer alıyor” değerlendirmesinde bulunuyor.

Başta ABD emperyalizmi olmak üzere, diğer emperyalist ülkeler, Ukrayna’nın zengin yeraltı maden kaynaklarına çökmek için akbaba misali harekete geçmiş bulunuyorlar. Sömürücüler bir yandan, birbirlerine sopa göstererek, güçlüler zenginliklere el koymak istiyorlar. Bu anlamda, ABD Başkanı D.Trump, yeni Savunma Bakanı Pete Hegseth aracılığıyla, Ukrayna topraklarının 2014’teki ilk Rus işgalinden önceki boyutuna geri döndürülmesinin “gerçekçi olmadığını” peşinen söyleyerek, Ukrayna’yı kendi aralarında paylaşmak için yol haritasını belirlemiş oldular. Ve bu açıklamalar emperyalistler arasında, yaşanan bu paylaşım çelişkisinden dolayı militarist işgal gücü olan NATO’yu; bir kriz içine sokmuş görünüyor. NATO ittifakı, Doğu Avrupa ülkelerinin de yer aldığı, 32 üyesiyle birlikte savunma harcamalarını artırma noktasında, ABD’nin baskısıyla karşı karşıya kalmış durumda. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ile AB’nin en büyük hedeflerinden biri olan, “Ukrayna’nın NATO’ya katılma” umutlarını da ABD boşa düşürmüş oldu. Ve emperyalist müttefikler arasında yaşanan çıkar kavgası ve güvensizlikten kaynaklı, AB ordusunun oluşturulması, “AB’nin kendi nükleer savunma sisteminin olması” gibi, önerileri de içeren tartışmaların AB içinde tekrardan alevlenmesine neden oldu.

Yine ABD ve Rusya temsilcileri, Suudi Arabistan’da Ukrayna’daki savaşı sona erdirmek için görüşmelere başladılar. Fakat Ukrayna ve AB temsilcileri, bu görüşmelere çağrılmadılar. AB temsilcileri de Fransa’nın çağrısı üzerine AB’yi dışlayan ABD ve Rusya’ya karşı, Avrupa ve Ukraynalı yetkililerle, kendi kıta güvenliğini tartışmak üzere, Paris’te acil bir toplantı yaptılar. Ancak yapılan toplantıda, hiçbir sonuca ulaşmadan ve kızgınlık içinde dağıldılar.

Emperyalist ittifaklarda çelişkiler

Bu gelişmeler bağlamında ve özellikle D.Trump’ın göreve başlamasıyla attığı ve esas olarak ABD emperyalizminin gerileyen hakimiyetini yeniden tesis etmek için uygulamaya koyduğu politikaların, “batı emperyalistleri”nin iç çelişkilerin giderek derinleştiği ve ittifak ilişkilerinin sorgulandığını tespit etmek mümkün.

Diğer yandan, ezilen halklarının içinde bulunduğu durum ise, mevcut kapitalist emperyalist sistem, kâr hırsı uğruna, enerji kaynakları ile jeopolitik pazar savaşlarının doğrudan bir sonucu olarak, ortaya çıkan; işsizlik, açlık, yoksulluk, kıtlık, çevre ve doğa gibi temel insanlık sorunları ile yaşanan kitlesel göçler, gün geçtikçe büyümeye devam ediyor. Bu gerçekler doğrultusunda, başta Almanya olmak üzere, diğer Avrupa ülkeleri ile süren emperyalist savaşlar için, çalışan emekçilerin cebinden gasp edilen, milyarlarca Euro militarist harcamalara ayrılmış durumdadır. Avrupalı emperyalistlerin bu saldırganlık politikası, sadece dışa yönelik bir rekabet siyaseti değil. Aynı zamanda içe dönük de demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlama, zorla kazanılmış olan hakları geri alma gibi, anti-demokratik ve baskıcı politikalarda, tüm biçimleriyle devam ediyor. Sömürü ve gasptan beslenen emperyalist tekeller, sermayelerini mislince artırarak, kâr marjları yükseliyor buna karşılık kitlelerde yoksullaşıyor…

Sonuç olarak, emperyalist burjuvazi, ezilen kitleleri, baskıyla, sömürüyle, işsizlikle, açlıkla, yoksulluk ve kıtlıkla, baskı altında tutmaya çalışıyor. Bu anlamda, sömürülen emekçiler ile ezilen dünya halklarının uluslararası mücadelesi ve enternasyonal birliği daha da önem kazanmıştır. Bu anlamda, sokak ve meydanları mücadele alanlarına çevirmek ve emperyalist saldırılara karşı, tüm demokratik güçlerle birlikte, anti-faşist, anti-emperyalist mücadeleyi büyütme zamanıdır.