Artan Faşist Baskılar, Burjuva Muhalefet ve Görevlerimiz

Artan Faşist Baskılar, Burjuva Muhalefet ve Görevlerimiz

Gelinen aşamada AKP-MHP faşist iktidarının saldırıları sadece devrimci harekete değil burjuva muhalefete kadar genişletilmiş durumdadır.

12 Şubat 2025

AKP-MHP iktidarı bir yandan “çözüm süreci” derken diğer yandan da muhalif tüm kesimlere azgınca saldırmaktadır. Devrimci, yurtsever güçlerin yanında burjuva muhalefete saldırmaktan da geri kalınmamaktadır. En değme faşistleri bile sözde muhalefet ettiği için tutuklayıp hapse atıyor.

Irkçı faşist Ümit Özdağ’ın bile tutuklanması, AKP-MHP iktidarının yeni bir saldırı konsepti olarak görülmelidir. Burjuvazinin kendi arasındaki çelişkinin dışa vurumu olan bu yeni saldırı taktiği AKP-MHP’nin 2028 (eğer bir erken genel seçim olmazsa) yılı seçimlerine hazırlığı olarak okunmalıdır.

Burjuva muhalefetin TC’nin “temel değerleriyle” esasta bir çelişkisi yoktur. Ü.Özdağ, MHP’deyken ve MHP’den ayrıldıktan sonra da ırkçılığın başını çeken bir güruhun temsilcisi olarak, Kürtlere ve devrimcilere düşman olan, geçmişi karanlık, eli kanlı bir faşisttir.

Özdağ’ın AKP’nin hedefi olması, onun muhalif bir figür olmasından çok, burjuvazinin kendi arasındaki çelişkinin iktidar mücadelesinde dışa vurumu olarak görülmelidir. MHP’nin “çözüm süreci” olarak ortaya koyduklarına karşı milliyetçi ve ırkçı oyların Zafer Partisi’ne kaymaması için AKP bir anlamda MHP’ye destek vererek Özdağ’ı tutuklamıştır.

AKP sıkıştıkça, gündemi farklılaştırarak tartışmaların kendi belirlediği kulvarda yapılmasını sağlamaya çalışıyor. İktidar, hiç kimsenin konuşmadığı, suskun ve biat eden bir toplum istiyor. Buna burjuva muhalefeti de dahil ederek saldırıyor. Bolu Kartalkaya’da otel yangını sonucu 78 kişinin hayatını kaybetmesi sonrası, Turizm Bakanlığı’nın olaydaki sorumluluğunu örtbas etmek için, suç, önce Bolu Belediyesi’ne yıkılmak istenmiş, kimi sorumlular göstermelik olarak tutuklanmıştır.

Bu yangın, AKP dönemindeki denetimsizleri, rüşvet ve yolsuzlukları bir kez daha su yüzüne çıkarmıştır.

Kendi yandaşı patron ve işletmelere yol veren ve önlerini açan iktidar, Soma maden katliamında, tren kazasında, depremde yıkılan binalarda ve son olarak Bolu’daki yangında ölenlerin sorumlusu olarak tüm yandaşlarını ya aklamış ya da göstermelik cezalar vererek üstünü kapatmıştır.

Bu katliamlar karşısında AKP, burjuva muhalefetin tepkisini bertaraf edebilmek ve kendisi için bir tehdit unsuru olarak gördüğü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBB) Ekrem İmamoğlu’nu sıkıştırmak için bir yandan yargı sopasını diğer yandan ise “bilirkişi” adı altında yandaşlarını devreye sokmuştur.

İmamoğlu’nun bu gelişmelere karşı aldığı tavrı ise CHP’ye yakın gazetecileri ve Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş’ı, “Bilirkişiyi etkilemeye teşebbüs ve kişiler arası konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması” gerekçesiyle tutuklamıştır.

AKP-MHP iktidarı, CHP’nin Mart 2024 yerel seçimlerinden birinci parti olarak çıkmasından bu yana tutuklamalarla burjuva muhalefetin önünü kesmeye çalışıyor. Burjuva muhalefetin yerel seçimlerde kazandığı Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın tutuklanması ve bu belediyelere kayyum atanması ve İBB Başkanı İmamoğlu’na her fırsatta soruşturma açılması vb. gelişmeler hakim sınıflar arası çelişkinin bir başka boyutu olarak okunmalıdır.

AKP-MHP iktidarı önce bir suç oluşturarak sonra da buna “suçlu”lar aramaktadır. Gezi Parkı “soruşturması” kapsamında menajer Ayşe Barım’ın gözaltına alınıp tutuklanması ve soruşturmanın genişletilmesi tipik bir AKP-MHP iktidarı uygulamasıdır.

Proleter hareket tartışmalarında tüm bir AKP sürecini ve iktidarını şöyle özetlemektedir: “AKP, adım adım ülkeyi açık bir hapishaneye çevirmiş durumdadır. Yasaklar, AKP iktidarının vazgeçilmez uygulamaları olarak hiçbir zaman gündemden düşmemiştir. AKP, her seçim öncesi yumuşama sinyalleri vererek yasakların kaldırılacağı mesajı vermesine karşın, seçimi kazandıktan hemen sonra bir önceki uygulamaları aratan yeni baskı ve yasakları gündeme getirdi. 2010’da anayasa değişikliğiyle sözde 12 Eylül anayasasındaki anti-demokratik maddeleri yürürlükten kaldıracağını vaat etmesine karşın istediği ‘reform’ yasalarını geçirdikten sonra daha baskıcı uygulamaları içeren yeni yasal düzenlemeler getirildi.”

Bu gelişmeler karşısında burjuva muhalefetin durumunu ve AKP iktidarı karşısındaki tutumu da şu şekilde özetlemiştir: “Tüm bu gelişmelere karşı burjuva muhalefet, AKP’nin yaptıkları karşısında adeta sessiz kalmıştır. CHP başta olmak üzere topluma sürekli seçim sandığı kurtuluş olarak gösterilmiştir. Kitlelerin sokağa çıkmasını, hakkını sokakta aramasını, AKP’den sokakta hesap sormasını engellemiştir. Burjuva muhalefetin bu tutumu, AKP’ye yaramıştır. … Burjuva muhalefet, bu kadar yoksulluk varken, işsizlik bu kadar artmışken, insan hakları ihlalleri ayyuka çıkmışken, kendi anayasalarını tanımadıklarını açıkça söyleyen AKP karşısında sessizliklerini korumaya devam ediyorlar. Mart 2024 yerel seçimlerinde AKP yenilgi almasına rağmen, CHP’nin genel başkanının ‘yumuşama’ adı altında ilk yaptığı işin Saraya koşmak olması dahi tek başına burjuva muhalefetin niteliğini göstermektedir.

Hiçbir burjuva muhalefet partisi halkı bu düzende refaha kavuşturamaz. Bu faşist devlet tüm burjuva partilerinin ortak paydasıdır. Aralarında sadece nüanslar vardır. Her burjuva partisinin muhalefetteyken demokrasi yansılı kesilmesi, iş başına geldiğinde ise diktatörlük uygulaması burjuva partilerinin özünü oluşturmaktadır. Yüz yıllık Türkiye tarihi buna hep tanık oldu.”

Şunu belirtmeliyiz ki, “Hiçbir burjuva muhalefet partisi halkı bu düzende refaha kavuşturamaz. Bu faşist devlet tüm burjuva partilerinin ortak paydasıdır. Aralarında sadece nüanslar vardır. Her burjuva partisinin muhalefetteyken demokrasi yansılı kesilmesi, iş başına geldiğinde ise diktatörlük uygulaması burjuva partilerinin özünü oluşturmaktadır. Yüz yıllık Türkiye tarihi buna hep tanık oldu.”

Bu gelişmeler devrimcilere ve komünistlere büyük sorumluluklar yüklemektedir. Yukarıdaki alıntının devamında vurgulandığı gibi: “Genel olarak denilebilir ki, devrimci durum, ülkemizde son yirmi yılın en yüksek seviyesindedir. İktidar bir yönetememe krizi içindedir. Zor uygulamadan hiçbir adım atamamaktadır. En küçük bir hak arama ve eylem şiddetle bastırılmaktadır. 2022 yılından bu yana giderek daha da derinleşen ekonomik kriz, toplumda büyük bir öfke birikime yol açmıştır…. Önünüzdeki dönem açısından komünistlerin en fazla üzerinde durması gereken konuların başında işçi sınıfı içinde örgütlenme gelmektedir. İşçi sınıfı örgütlenmeden toplumsal mücadelenin ilerlemesi mümkün değildir.”

 Birleşik mücadeleye yüklenmek!

Türkiye devrimci hareketinin son yıllarda yakaladığı en ciddi birlikte iş yapma pratiği ve deneyimi olan birleşik mücadele pratiği, hiç olmadığı kadar önemli bir yerde durmaktadır.

Ne yazık ki, bunun öneminin çok bilince çıkarıldığı söylenemez. Her hareket, kendi eksik ve yanlışlarını görerek birleşik mücadelenin önemini bir yana koymadan, birlikte mücadele etmek için kendine düşen sorumluluğu göstermelidir.

Proleter hareket bu konuda “Türkiye devrimci ve komünist hareketinin, -Kürt ulusal özgürlük hareketi dışında- 21. yüzyılın ilk çeyreğinde TC rejiminin AKP hükümetleri aracılığıyla pratikleştirdiği işçi sınıfı ve halk düşmanı politikalarına yanıt olmada başarılı olduğu söylenemez. …Denilebilir ki, bu süreçte Gezi İsyanı ve Kobanê Serhildanı gibi kitlesel eylemlerin yaşanmasına rağmen devrimci komünist hareketin kitlelerle olan ilişkisi güç kaybetmeye devam etmiştir. Kuşkusuz bunun çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Dışsal neden olarak TC devletinin devrimci komünist harekete yönelik faşist saldırganlığının etkisi olmakla birlikte belirleyici olan eden neden içseldir. TC faşizminin devrimci komünist harekete yönelik tehdit algısının ürünü olarak şekillenen tasfiye etme saldırısının devrimci komünist hareketler üzerinde etkili olmasının nedeni, faşist devletin saldırganlığı değildir. Asıl olarak devrimci komünist hareketin iktidar bilincinde yaşanan kırılma ve bununla bağlantılı olarak, faşist devletin işçi sınıfı ve emekçi halka yönelik saldırılarını göğüslemede birleşik devrimci bir tutum geliştirememesidir” demektedir.

Gelinen aşamada AKP-MHP faşist iktidarının saldırıları sadece devrimci harekete değil burjuva muhalefete kadar genişletilmiş durumdadır.

Sonuç olarak gündemler ve herkesin yol haritası asgari düzeyde aynılaşmıştır. Farklılar elbette olacaktır. Kendi gündemimiz ortaklaşan gündemlerin önünde engel değildir.

Planlı ve hedefe kilitlenmiş çalışmalar herkese kazandırır.