12 Eylül Zulmünde Unutulanlar!
“Bir kez daha Ocak ayının son haftasında coğrafyamızda halkların eşitliği, demokrasi, devrim ve sosyalizm mücadelesinde ölümsüzleşenlerimizi anıyoruz. Başta Ermeni devrimciler olmak üzere, Türk ve Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan devrimci ve komünistler önünde saygıyla eğliyoruz”
15 Ocak 2025
12 Eylül 1980’de Türkiye’nin başına kara bulut gibi çöken Askeri Faşist Cunta; Türk ve Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan emekçi halkın ekonomik-sosyal ve siyasal hayatında kapanmayacak derin yaralar açmıştır. Askeri Faşist Cunta, barbarlıkları ile muhakkak her insanın yaşantısında da unutulmayacak izler bırakmıştır. Aradan seneler geçmiş olsa da aramızdan koparılarak darağaçlarında, işkencelerde öldürülen, sakat bırakılan ve halen mezar yerleri bile belli olmayan, yıllarca hapishanelerde ağır ve zor koşullarda, umutlarını kaybetmeden, zalimlere karşı direnen, özgürlük savaşçılarının mücadele geleneklerini bugün daha iyi anlıyoruz.
Onların anıları ve hatıraları, nesillerden nesillere aktarılırsa davaları sahiplenilerek yaşatılabilir.
TC devletinin 100. yılında halen tabu olarak görülen ve “müesses nizam”ın kırmızı çizgileri arasında olan, Ermeni Sorunu karşısında zaman zaman duymaya başladığımız “açılım-Ermenistan’la olumlu gelişmeler-normalleşeme” yalanları sosyal hayatta hiçbir inandırıcılığı olmayan TC devletinin değişmeyen yüzüdür. Ermeni Sorunu ile Ermeni Soykırımı’ndan bahseden, yazan ve çizen kişiler, sıfır tolerans ile baskı ve imha politikaları ile muhakkak karşı karşıya gelmektedir.
Hrant Dink örneğinde olduğu gibi katledilmektedir. Katletmek yetmemekte, katiller ödüllendirilmektedir. Hrant Dink’in katili, tüm dünyanın gözü önünde, üstelik devlet görevlileri eşliğinde işlediği cinayetten sonra, önce ödüllendirilerek salıverilmiş, şimdi de dava zaman aşımına kurban edilmiştir. Dün bu politika İttihat ve Terakki eli ile uygulanırken, bugün de iktidarda hangi parti veyahut hükümet olursa olsun, resmi devlet politikasını uygulamakla görevlendirilmiştir.
1915’te Ermeni halkının en değerli aydın, yazar, milletvekili, doktor, müzikologlardan oluşan yüzlerce kişi ilkin toplanarak “güvenlik” gerekçesi ile gönderildikleri yollarda, bizzat devlet tarafından örgütlendirilmiş, silahlandırılmış çeteler tarafından hunharca öldürülmüşlerdir. Devlet geleneği olan tüm topluma karşı uygulanagelen zulüm çarkı, bugün unutulan, haklarında bir satır dahi olsa haksızlığa uğrayarak zulme uğradıkları yazılmayan, her yıl görülen derin sessizlik tabuların halen kırılmadığı ve devam ettiğini göstermektedir.
Bu zulüm çarkında haksızlıklara uğrayan, suçları sadece Ermeni olmak olan din görevlisi rahiplere karşı dahi tahammülsüzlük ile adeta onlar “çarmıha” gerilmişlerdir. Bu zulüm, 12 Eylül’de aynı şekilde rahiplere karşı da uygulandı. Ermeni soykırımının tanınması ve kabul edilmesi için Marksizm’den etkilenen ve küçük burjuva devrimci bir örgüt olan ASALA’nın faşist TC’nin resmi görevlilerine yönelik başlatmış olduğu cezalandırma eylemleri; senelerdir “uyku”da olan, Ermenilerin ve dünya halklarının derin uykusundan uyanmasını sağlamıştır. Türk devleti, eylemler karşısında panik ve telaş içerisinde davranmış, her zaman yaptığı “red ve imha” politikalarını artırmanın yanında, bu eylemleri “terör” eylemleri olarak propaganda etmiştir.
12 Eylül faşist cuntası yıllarında Kürt ve Ermeni düşmanlığı üzerinde yürütülen Türk şovenizmi rüzgarı, halkı derin korku ve endişe içine sürüklerken, yeni yeni arayışlar içerisine giren birçok Ermeni yurttaşı, geleceğini karanlık ve umutsuz gördüğünden çareyi yurt dışına göçmekte bulmuşlardır.
ASALA eylemleri bahane edilerek kışkırtılan ırkçılık ve şovenizm başta azınlık milliyetlerin kendi içlerine kapanmalarını artırmış, başta Ermeniler olmak üzere halk faşist teröre maruz bırakılmıştır. Bu saldırganlık Zohrab Sarkisyan’ın Ankara Esenboğa Havaalanı’nda çarpışarak ölümsüzleşmesi, Levon Ekmekçiyan’ın idam edilmesi sürecinde yaşanılan kirli propagandayla daha da yoğunlaşmıştır.
Birkaç örnek bile bu süreçte Ermeni halkına yaşatılan zulmü anlatmaya yeter.
Her şey 12 Eylül’den bir ay sonra Hayko Manuel Eldemir’in Türkiye ziyareti ile başladı. Yurt dışından, Kudüs’ten öğrencileri ile beraber dönerken, Atatürk Hava Alanında pasaport kontrolü sırasında, hiç beklemediği bir anda “hakkında ihbar olduğu” gerekçesiyle öğrencileri ile birlikte gözaltına alındı. İlk sorgusunun yapıldığı havaalanı odasında, birkaç sorudan sonra dışarı çıkması istendi. Geri döndüğünde “haritalar ile kitaplar” hakkında kendisine sorular sorulmaya başlandı. “’Haritalar ile kitaplar’ın çantamda olmadığını açıkladım, bavulumda bulduklarını ısrar ettiler, o zaman bir şeyler olduğunu anladım” diye seneler sonra, en yakın arkadaşı Ermeni muhabir, Hıraç Çilingiryan’a anlatıyordu.
Hıraç Çilingiryan, başından geçen olayların, kayıtlara geçmesi için çektiği acıları ve yaşadığı zulmü anlatmasını istedi. Onun için rahatsız ve acı verici bir konuydu. Bir daha hatırlamak istemediğinden, isteksiz de olsa neler yaşadıklarını anlatmayı kabul etti.
Hayko Manuel Eldemir, 1954 yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve orta eğitimini Gedikpaşa Surp Hovhannes Ermeni okulunda tamamladı. 14 yaşından itibaren teoloji eğitimi almak üzere eğitimine Kudüs’de bulunan Jarenkavorats’da devam etti. 1976 yılında Türkiye Ermenileri Patriği Şınork Kalustyan’a başvurarak rahip olmak istedi. Talebi kabul edilerek önce sargavak rütbesi, 1978 yılında ise Peder Manuel adını aldı.
Eğitimini dışarıdan Oxford Üniversitesi’ni okuyarak tamamladı. Ermenice, Türkçe, Arapça, İbranice ve İngilizce dillerini iyi derecede konuşuyordu. Yeşilköy Atatürk Havaalanı’nda öğrencileri ile beraber sorgulandıktan sonra öğrenciler serbest bırakıldı. Hayko Manuel Eldemir tutuklanmak üzere I. Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı Selimiye Kışlasına sevk edildi.
Gözaltına alındıktan sonra bir süre nerede olduğu belli olmadı. Hakkında hiçbir bilgi verilmedi. Birçok girişimin ardından, Samandıra MİT Karargahı’nda sorgulandığı ortaya çıktı. Bir ay kaldığı zaman zarfında el ve ayak tırnakları çekildi. Vücuduna elektrik verilerek işkence yapıldığını anlatıyordu. Çıkarıldığı I. Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı, Selimiye Askeri Savcılığı’nın sorgulanmasında tutuklandı. İsnat edilen suçlar, öğrencilerine “terör eğitimi” vermek, “Ermeni sorununu yeniden canlandırmak”, “Kudüs’te Türkiye aleyhine gösteriler organize etmek”, “köpeklerine TC devleti kurucusu Atatürk’ün adını vermek”, “yurt dışına çıkarken üzerinde bulunan dövizler nedeniyle Türk parasının değerini koruma kanununa muhalefet” gerekçeleriyle savcılık tarafından tutuklandı.
Hayko Manuel Eldemir“in savunmasını üstlenmesi için, Patrik Şınork Kalustyan tarafından Av. Hasan Basri Öztürk inisiyatifinde hukukçu gurubu tutuldu. Fakat açıklanmayan sebeplerden dolayı avukatlar davadan çekildiler. Bunun nedeni elbette davayı üstlenen avukatların “bir yerlerden” tehdit edilmesiydi.
ASALA’nın 1980’lerde ardı ardına Türk Konsolosluklarına yönelik cezalandırma eylemlerinden sonra Türk devleti elinde tutuklu bulunan Hayko Manuel Eldemir’e kin ve nefret ile bakılıyor ve onu esir olarak görülüyordu. Hayali suçlamalar ile Ermeni toplumunda oluşturulan korku, generaller çetesinin 5. Kol’u olan medya üzerinden oluşturulan Türk şovenizminin had safhada oluşu, Hayko Manuel Eldemir üzerinden bir kampanyaya dönüştürülerek, Ermeni toplumunun diz çökmesi ile kendi kendini inkar etmesi ve bunu yurt dışında propaganda aracı olarak kullanılması, Faşist Cunta’nın amaçları arasında idi.
Bir rahip haksız ve hukuksuz yere yedi yıl boyunca tutuklu kaldı. Sırasıyla Selimiye, Hasdal, Sultanahmet ve Çanakkale Askeri Hapishanelerinde siyasi tutuklular ile beraber kaldı. Oluşturulan ırkçı-şoven politikalara rağmen, aynı komünde beraber kalan devrimci siyasi tutuklulardan hiçbir şekilde Hayko Manuel Eldemir’e zarar gelmedi. Aksine operasyonlarda korundu. Hapishane sevklerinde Sultanahmet’te yeraltı dünyasının tanınmış isimlerinden Kürt İdris ile milliyetçi yazar Yalçın Küçük gibi tanınmış isimlerle ile aynı koğuşu paylaştı. En zor günlerinde maddi ve manevi yalnızlık yaşarken Yalçın Küçük ile olumlu ilişkiler kurdu. Bu gerçekliği seneler sonra da olsa açıklamayı gerekli görüyoruz. Çünkü Yalçın Küçük, onun hakkında “Ermeni Rahiple Mektuplaşmalar” kitabını yazmıştır.
Hayko Manuel Eldemir’e verilen 14 yıl 8 ay gibi ağır cezayla Ermeni toplumuna mesaj verilmek istendi. TC devletinin Hayko Manuel Eldemir üzerinden verdiği cezalandırma mesajı onu daha da yalnızlaştırdı. İlk önce baskılara dayanamayan ailesi terk etti. Mahkemelerde Patrik Şınork Kalustyan ısrarla ona yöneltilen suçlamaların asılsız olduğunun söylemesine rağmen, onun için “Türk düşmanı papazı savundu” diye Hürriyet Gazetesinde manşetten aleyhinde haberler yapıldı. Bu saldırılar sonucunda Patrikhane, baskı ve şantajlara boyun eğmek zorunda kaldı. Hiçbir destek sunamadı. Hayko Manuel Eldemir yönelik kara propaganda karşısında dışarıda baskı ve tehditlere boyun eğmeyen Hrant Dink ile Bilgesu Erenus’un emek ve çabaları ile ayakta kaldı.
Hayko Manuel Eldemir’in Ermeni toplumunu cezalandırmak için “örnek” olarak seçilmesi politikası bir “devlet politikası” olarak uygulandı. Bir devlet geleneği olan “rehin” alma olayı bugün dahi devam etmektedir. Aynı olaylara bugün dahi tanıklık ediyoruz. Uluslararası Af Örgütü, Mayıs 1983 tarihinde, sadece Ermeni olmasından dolayı hapishanede tutulan H.M.Eldemir’i “düşünce suçlusu” ilan ederek, derhal serbest bırakılması çağrısında bulundu. ABD Temsilciler Meclisi, bir din insanına uygulanan zulmün sonlandırılmasını aksi halde Türkiye’ye verilen yardımların kesilmesini talep etti. Dönemin Almanya Başbakanı Helmuth Kohl, Başbakan T.Özal ile görüşmesinde H.M.Eldemir’in serbest bırakılmasını istedi. Hollanda’nın araya girmesiyle Eldemir, Çanakkale Hapishanesi’ne nakledilerek kısmen rahat koğuş imkanı sağlandı.
50 yaşında hapishane koşullarında, işkence ve baskılara maruz kalan vücudu önemli oranda yıprandı. H.M.Eldemir hapishaneden çıktıktan sonra yaşamak zorunda kaldığı Hollanda’da kalp yetmezliğinden kaynaklı sorunlardan dolayı 11 Şubat 2004 yılında hayatını kaybetti. Ölümü Ermeni Apostolik kilisesinde derin üzüntü yaratırken, cenazesi çok sayıda kişinin katılımı ile sonsuzluğa uğurlandı.
Hakkında Türk basınında yürütülen kampanyalarda neler yazılmadı, neler söylenmedi ki? Televizyonlarda Ermeni düşmanlığını konu eden “Duvardaki Kan” dizisine kadar, kin ve nefret dolu yayınlar hiç eksik olmadı. Amaç Hayko Manuel Eldemir’e diz çöktürmek, pişmanlık itiraflarında bulundurmak, ASALA’yı suçlamak, Türk olduğunu kabullendirmek vb. idi. Böylelikle Türk devlet propagandasına hizmet etmesi hedefleniyordu.
Bu propagandadan etkilenen Ermeni vatandaşı Artin Penik, Taksim’de kendini yakmış, bu olay haftalarca Türk basınında propaganda amaçlı haberleştirilmişti. Türk devletinin Ermeni düşmanlığına dayalı kara propagandası Hayko Manuel Eldemir için “sahte pasaportla Suriye sınırından, Türkiye’ye girmeye çalışırken üzerinde iki tabanca, üç bomba ve gizli belgelerle yakalandı” gibi düpedüz yalan haberlerle sürdürüldü.
ASALA’nın 24 Eylül 1981 TC Paris Konsolosluğu baskını ile içerdekilerden 56 kişinin rehin alınması eylemi zamanın en çok yankı yapan konuların başında geliyordu. Türkiye’de tutuklu iki din insanı, Hayko Manuel Eldemir-Hrant Küçükgüzelyen başta olmak üzere Ermeni tutukluların serbest bırakılması talep edildi. ASALA’nın eylemleri örgüt ile hiçbir bağlantısı olmayan din insanlarının hukuki durumlarını kötüleştirdi.
ASALA Fedai Gruplarının ardı arkasına yapmış olduğu eylemlere rağmen, askeri savcının H.M.Eldemir hakkında talep ettiği en yüksek ceza 6 yıl 8 ay oldu. Yattığı süre göz önünde bulundurulduğunda tahliye olması beklenirken, TC Belgrad Büyükelçisi Galip Balkar’ın ASALA tarafından cezalandırılması sonrasında tahliye olması gerekirken Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi, tek suçu Ermeni olmasından dolayı hapis cezası 14 yıl 8 aya yükseltildi. Ayrıca 4 yıl 8 ay da Gümüşhane’de gözetim altında bulunmasına karar verdi.
Benzer şekilde aynı dönemde 25 Şubat 1981’de yine Ermeni Protestan Kilisesi yöneticisi olan Rahip Hrant Küçükgüzelyen da uydurma gerekçelerle tutuklandı. İlerlemiş yaşına rağmen Gayrettepe I. Siyasi Şubesi’nde sorgulandı. İşkencelere maruz kaldı. “Çocuklara Türk düşmanlığı aşılamak” ve “çocuklara yasak kitap vermek” gerekçeleriyle tutuklandı.
Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi kurucusu ve yönetici Hrant Küçükgüzelyan’ın “suçu” Anadolu’da halen varlığını koruyan son nesil Ermeni çocukları toplayarak İstanbul’a getirip, Ermeni dil, tarih ve kültürlerini öğretmek olmuştu. 1963 yılında Tuzla’da kurulan Kamp Armen de bu kurumun yazlık kampıdır.
Hrant Küçükgüzelyan bir yıl hapis yattıktan sonra artık Türkiye’de kalmanın koşulları olmadığına inanarak, doğup büyüdüğü toprakları tıpkı Gomidas Vartabed, Kirkor Balakyan’lar gibi terk etti. Fransa Marsilya’ya yerleşti. Bir din insanı olarak Marsilya’da Ermeni toplumuna hizmetlerini esirgemedi. 2007 yılında vefat etti.
Yüzyıllık TC devleti geçmişte Ermeni halkına uyguladığı zulmü günümüzde Kürt halkına uygulamayı sürdürüyor. Hatta Kürt düşmanı politikasını sürdürmek için Ermeni kimliğini bir küfür olarak kullanmaya devam ediyor. Ermeni ve Kürt düşmanlığı üzerinden ırkçılığı ve şovenizmi örgütlemeye devam ediyor.
Son örnek Kuzey Suriye Özerk Yönetimi topraklarına saldıran TC destekli maaşlı çetelere karşı kendi halkını savunma savaşı veren Ş.Nubar Ozayan Ermeni Tugayı üzerinden Ermeni halkına yönelik ırkçı ve şovenist saldırılardır. Türkiyeli Ermeni bir komünist olan ve Rojava Devrimi’nde DAİŞ çetelerine karşı savaşta ölümsüzleşen Nubar Ozanyan adına kurulan Ermeni Taburu, TC devletinin psikolojik savaşının hedeflerinden biri oluyor.
Bölge halkıyla birlikte, kendi yaşadıkları bölgeleri savunmaktan başka bir eylemleri olmayan Ş.Nubar Ozanyan Taburu’na yönelik TC devleti destekli bilinçli bir karşı devrimci propaganda yürütülüyor. Ermeni düşmanlığı bir kez daha körükleniyor.
Ancak bütün bu çabalar nafile. Tıpkı hedef gösterdikleri ve katlettikleri H.Dink’in cenazesinde yüzbinlerce halkın haykırdığı “Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hrant’ız” sloganı, halklar arasında yaratılmak istenen düşmanlığın boşuna bir çaba olduğunu gösteriyor.
Bir kez daha Ocak ayının son haftasında coğrafyamızda halkların eşitliği, demokrasi, devrim ve sosyalizm mücadelesinde ölümsüzleşenlerimizi anıyoruz. Başta Ermeni devrimciler olmak üzere, Türk ve Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan devrimci ve komünistler önünde saygıyla eğliyoruz. Anıları devrimci mücadelemizde yaşamaya ve savaşmaya devam edecek!