Üretme Satın Al, Daha Da Fakirleş!

Üretme Satın Al, Daha Da Fakirleş!

“AKP iktidarı tarım-gıda ürünlerinde ithalata bağımlı hale gelinmiş olunmasını perdelemek için sıklıkla manipülasyona başvurarak “Türkiye, gıda ve tarım ürünleri dış ticaretinde net ihracatçı bir ülkedir” demekte…”

20 Ekim 2024

Temel görevlerinin başında ülkedeki tarımsal üretim faaliyeti tüm yönleriyle organize ederek geliştirmek ve çiftçilerin üretim süreci içerisinde karşılaştığı sorunlara çözüm üretmek ve aynı zamanda uluslararası piyasaların eşit olmayan koşullarında yerli üreticileri (gümrük vergisi vb. gibi araçlarla) yabancı tekellere karşı korumak olan Tarım ve Orman Bakanlığının bakan yardımcısı Ebubekir Gizligider, Aksaray’da çiftçilerin sorunlarını dinlerken “dışarıda daha ucuzsa ne yapacağız” diyerek küçük aile üreticilerinin boynuna vurulan ithalat prangasını savundu.

Tarım Bakan yardımcısı sadece ithalatı savunmakla kalmayarak -Bakanlığının görevi olan- üretim planlaması sorununu da çiftçilerin omuzlarına yıktı ve “dağa taşa patates ekiliyor, sonra sorun yaşanınca biz ne yapalım?” diyerek tarımsal üretim alanında yaşanan sorunların kaynağı olarak çiftçileri gösterdi.

Tarım Bakanlığı yaptığı ithalatı meşrulaştırmak için üretici köylülerin üretim planlaması yapmadığını ileri sürse de üretim planlaması denilen şey merkezi düzeyde tüm ülke kırsal sathında yapılması gereken bir şeydir. Türkiye’nin bir ilinde veya ilçesinde-köyünde köylülerin mevcut üretim zinciri içerisinde (kalarak) merkezi idareden bağımsız kendiliğindenci biçimde belli ürün türleri üzerinden yapabileceği bir şey değildir.

Ki, yapsalar bile bu “üretim planlaması” lokal ölçekli olacağından tarımsal üretim alanında yaşanan genel kronikleşmiş (ithalat, ihracat vb. gibi) sorunlara çözüm üretemez, sorunun çözümü olarak pazarlanan üretim planlaması denen şey başka yeni sorunların kaynağı olabilir. Buna açık örnek olarak şeker pancarı üretimini verebiliriz ya da 2000’li yılların başında doğrudan devlet tarafından katı bir biçimde uygulanan tütündeki “üretim planlaması”nı! (Her ikisinde de 2000’lerin başında 500 bin civarında üretici hane bulunurken merkezi devlet politikası sonucu bugün şeker pancar üreticisi hane sayısı 100 binin altına düşmüş, tütünde ise üretici hane sayısı 50 bin civarında gerilemiştir.)

Türkiye’nin hangi bölgesinde hangi ilinde ne kadar şeker pancarı (ve kim tarafından) ekileceği ve sezon sonunda ortalama ne kadar şeker üretileceği bilinen, hesaplanabilen bir şeydi. Şeker pancarı tarımında üretim planlaması denilen uygulama sözleşmeli üretim modeliyle katı bir şekilde yapılıyor. Kamu veya özel şirketlere ait şeker fabrikaları ekim başlamadan önce bulundukları bölgelerde köylülerle ne kadar şeker pancarı ekileceği/üretileceği, üretici başına ne kadar şeker pancarı alınacağı, kotanın nasıl olacağı vs. üzerinden sözleşme yapıyor. Yani Tarım Bakanlığı’nın deyimiyle Türkiye’de şeker pancarı tarımı üretimin ilk aşamasından son aşamasına kadar planlanarak yapılıyor. Hatta bu planlama çiftçinin tohumunu tarlasına atacağı tarihe varana kadar detaylı yapılıyor. Bu üretim planlamasına rağmen şeker pancarı üreticisi zarar etmekten kurtulamıyor ve devlet her yıl artan biçimde şeker ithalatı yapıyor!

Tütünde ise durum farklı değil.

Emekçi halk gıdaya erişemiyor, beslenemiyor!

En katı üretim planlaması yapıldığı halde Türkiye net ithalatçı konumundadır. Tütünde ilginç olan durum şudur ki “üretim planlaması” yokken veya bu denli katı bir biçimde uygulanmıyorken Türkiye coğrafi konumu, iklim ve toprak yapısından kaynaklı dünyanın en kaliteli tütününü üreterek uluslararası pazarda bir numaralı ihracatçıyken neo-liberal üretim planlamasıyla bugün ithalata bağımlı bir ülke haline gelmiş-getirilmiştir.

Bu iki örnekten de anlaşılacağı üzere Türkiye’nin tarımsal üretim alanında yaşadığı sorunların ve ithalatın nedeni üretim planlamasının olmayışı değil, siyasi iktidarların uygulamış olduğu uluslararası endüstriyel tarım sermayesinin çıkarlarının öncelendiği politikalarıdır. Kapitalist emperyalist sermaye rejiminin ekonomik-siyasi alandaki üretim biçimi olan neo-liberal serbest piyasa ekonomi ilişkisinin Türkiye (ve benzer yarı-sömürge ülkelerin) tarım alanına 1980 sonrası uyarlanmasının sonuçlarından biri de tarım, gıda ürünlerindeki ithalat politikası olmuştur.

Şunu da belirtelim, 1985 yılında Özal hükümeti tarafından tarım ürünleri üzerindeki ithalat yasağının kaldırılması kırsal alandaki neo-liberal üretim eksenli dönüşümün önemli sacayaklarından biri olmuştur. Bununla birlikte tarım ve gıda ürünlerinde ithalatın yaygınlaşması ve dışarıya bağımlılık AKP iktidarıyla beraber olmuştur.

AKP iktidarı tarım-gıda ürünlerinde ithalata bağımlı hale gelinmiş olunmasını perdelemek için sıklıkla manipülasyona başvurarak “Türkiye, gıda ve tarım ürünleri dış ticaretinde net ihracatçı bir ülkedir” demekte ve bunu da TÜİK verileriyle ispatlamaya çalışmaktadır. 2022’den 2023’e kadar Standart uluslararası Ticaret Sınıflamasına (STIC Rev.4) göre tarımsal ürün dış ticaretinde toplam 342 milyar dolarlık ihracata karşılık 335 milyar dolarlık ithalat yapılmıştır.*

Küçük aile üreticilerinin tarımsal alanda yaşadığı sorunların temel kaynaklarından birini burada açık bir şekilde görüyoruz. Bakla, bezelye, limon, portakal, domates, salata, elma, armut, zeytin-zeytinyağı, pırasa, lahana vb. sebze ve meyvelerde üretim fazlası oluşmuş olmasına rağmen ithalata dayalı bir üretim modeli uygulandığı için üretici köylüler bu ürünleri bol bol üretseler de para kazanamazken, emekçi halk pazarda, markette pahalılık nedeniyle bu “bol” ürünlere erişemiyor, beslenemiyor.

Siyasal olarak tepki inşa etmek zorunluluktur

Tarım Bakan yardımcısı “dışarıda daha ucuz, bu nedenle ithal ediyoruz” dese de halk, ucuz olduğu için ithal edildiği söylenen şeyleri de alamıyor. 1985’ten günümüze tarımda ithalat öyle bir seviye atlamıştır ki bugün ithalat yapılmasa tarım coğrafyası Türkiye’de üretim ciddi manada sekteye uğrayacaktır. Tarımsal üretimin ilk basamağı olarak kabul edilen tohum ve fideler ve bu tohum ve fidelerin toprakla buluştuğu andan itibaren üretim için ve üretim sürecinde gerekli olan tüm araç-gereçler; gübresinden zirai ilacına, bitki koruyucularına varana kadar emek gücü hariç her şey ithal edilir hale geldi. Kısacası bugün tüm tarım çeşitlerinde üretim planlaması yapılsa bile o üretim planlaması doğrultusunda yetiştirilecek ürünün elde edilmesi için a’dan z’ye temel hammadde gereksinimi ithal ediliyor olacaktır. Tarım kesiminde ithalat yapılmadan üretim planlaması yapılamaz hale gelinmiştir. Bu aslında endüstriyel tarımın genel sorunudur. Endüstriyel tarıma yönelik olan üretim modeli değişmediği sürece bu durum değişmeyecektir.

Özcesi, AKP iktidarının uygulamış olduğu kapitalist neo-liberal tarım politikası ülke kırsalını üretim için bile ithalata bağımlı hale getirmiştir. Uluslararası ticaretin aldığı biçim, işbölümünün geldiği nokta ithalatı zorunlu bir bağımlılık ilişkisi haline getirdiği için Türkiye –tarımsal ekonomisini giderek üretimden kopuk ticaret ilişkisine sürüklüyor. “Daha ucuz niye üretmekle uğraşalım, satın alıyoruz” yaklaşımı bir topluma yapılacak en büyük kötülüklerden biridir.

Bu hem artı-değer transferi sağlarken hem de genel ülke pazar-piyasa ilişkilerini olumsuz etkileyerek kur-faiz-enflasyon kıskacı olarak Türkiye halkının omuzlarına ekstra yük olarak dönmektedir. AKP’li tarım bakan yardımcısının savunusu “milli tarım” denilen politikanın gerçekte ülke tarımının çökertilmesi ve genel olarak ekonomik parametrelerin eğri düzleminin sürekli negatif yönlü olması anlamına geldiği ortadadır. Bu politikalara karşı siyasal olarak tepki inşa etmek zorunluluktur. Bunların başında tarım emekçilerinin birlik olması, toplumsal emek formu olarak kooperatifleşmeye yönelmesi kendi üretim-tüketim ilişkilerini oluşturması gelmektedir.

(* Prof. Dr. Bahadır Aydın, “Artan Gıda Fiyatları İddialar ve Gerçekler”, 13.09.2024, Birgün Gazetesi)