Kayyum, Ateş, Operasyon
Kürtlerin varlığı ve demokratik hakları kabul edilmeden ve çözüme gidilmeden Türkiye’de hiçbir demokratikleşme ve özgürleşme sorunu çözülemez. Bir kavşak rolü oynayan Kürt ulusal özgürleşme sorunu günümüze dek kanayan ve sancılı bir yara olmaya devam ediyor.
4 Temmuz 2024
Yüz yıllık TC tarihinde bir kez ve bir an olsun varlığı, kimliği, dili ve temel demokratik hakları kabul edilmeyen Kürt ulusu, günümüze dek hakim ulusun hakim sınıfları tarafından inkar ve imha saldırılarına maruz kalıyor. Kuruluşunda ve inşa sürecinde gerçekleşmeyen demokratikleşme, ulusların özgürlük sorunu; ağır, sancılı ve yıkıcı bir şekilde günümüze dek devam ediyor.
Kürtlerin varlığı ve demokratik hakları kabul edilmeden ve çözüme gidilmeden Türkiye’de hiçbir demokratikleşme ve özgürleşme sorunu çözülemez. Bir kavşak rolü oynayan Kürt ulusal özgürleşme sorunu günümüze dek kanayan ve sancılı bir yara olmaya devam ediyor.
Tüm toprakların yegane hakimi ve temsilcisi, yönetme, karar verme hakkını kendinde gören Türk komprador burjuvazisi, özgürlük ve hak isteyen uluslara ve milliyetlere zulümden ve inkardan başka bir şey bahşetmemektedir. Her türlü zenginliğin yegane sahibi ve hakimi olarak kendinden başka kimseyi görmeyen, her türlü imtiyaza sahip Türk komprador burjuvazisi Kürtler üzerindeki her türlü baskı, sindirme ve yok etme hakkını kendinde görmektedir.
İbrahim Kaypakkaya’nın 53 yıl önce yaptığı tespit öneminden ve güncelliğinden bir şey kaybetmeden devam etmektedir: “Kürtlerin bir millet teşkil ettiği, gözü azgın şovenizmle karartılmamış olan herkesin kabul edeceği tartışılmayacak kadar açık bir gerçektir.”
Türk kompradorların ve onların organik aydın ve solcularının gözlerinin neden bu kadar döndüğünü iyi biliyoruz aslında. Zira, Kürtlerin varlığının kabul edilmesi, haklarının da kabul edilmesi demek olacaktır. Bu durumda kayıtsız şartsız kabul edilen Türk hakim sınıflarının imtiyaz ve üstünlükleri son bulacaktır. Türk faşizmi çatırdayacak ve kuruluş sürecindeki temelleri sarsılacaktır. Yüz yıllık sahte resmi Türk tarihi sarsılacaktır. “Türkiye Türklerindir”, “Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak” argümanları birer birer yıkılacaktır. Yüz yıldır yalan, inkar ve imha üzerine kurulu resmi Türk tarih tezi çökecektir. Soykırıma uğramış Müslüman olmayan halkların haklarının tanınması ve tazminatlarının kabulünün de yolu açılmış olacaktır.
TC faşizmi gaspçıdır!
TC faşizmi gaspçıdır, talancıdır. Türk olmayan halkların zenginliklerini ve haklarını gasp ederek kendini örgütlemiştir. TC’nin özgürlük ve Kürt düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Zamanla sınırlanmış, geçici bir faşizm değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde tanır. Yasalarını yazılı haliyle değil uygulamada kabul eder. Ne yapar ve ne eder yazılı olan yasanın arkasından dolanır ve kendine bir yol bulur. Hakim millet (Türk) dışında başka bir millete yaşam ve var olma hakkı tanımaz. Tanıdığı koşulda o millet, “milleti sadıka”dır, göçmendir, sığınmacıdır; “etle tırnak gibidir” ancak kendisi gibi bir millet (ulus) değildir! Kendinden aşağıdır. Kendisi dışında başka bir ulusa haklarını kullanmasına imkan vermez fırsat tanımaz. Türkçe’den başka bir dilin özgürce konuşulmasına ve eğitim dili olarak konuşulmasına müsaade etmez.
Faşizmin asıl yasaları yazılı olan değildir
TC faşizmi ne evrensel hukuku ne insanlık değerlerini tanır. Ne de kendi koyduğu yasa ve hukuka uyar. Çakma bir devlet olan TC devleti, göstermelik hukuk ve zorbalıklarla dolu yasalarla yönetiliyor. Ömür boyu müebbet hapsi istenen eski HDP milletvekili Hüda Kaya’yı sekiz aylık bir yargılamayla serbest bırakabiliyor. Yargılama sistemindeki çarpıklık, hukuksuzluk, keyfiyetçilik sökülüp dökülüyor.
Kürt ulusunun özgürlük taleplerini yok sayan bir savaş hükümeti olmaktan öteye bir rol oynamayan AKP-MHP faşist iktidarı, Colemerg’e (Hakkari) kayyum atayarak gasp politikasını sistemli hale getirmeye çalışıyor. Fırsatını bulup koşullarını yarattığında, güçlü bir dirençle karşılaşmadığında, kayyum politikasını Kürdistan’ın her tarafına yaymaya çalışacaktır. Türk egemen sınıfların egemenlik ve imtiyazı hakkı, sınıf çıkarları kendi anayasalarından üstün ve hukukundan önce gelir.
Kürtler kendi kimliği dili ve tercihiyle, yaşam ve gelecekleriyle ilgili karar verdiklerinde adına kayyum denilen faşizmin yazılı olmayan duvarına çarpıyor. TC faşizmi kendine biat eden, iradesi kırılmış, özgürlük tercihi olmayan Kürt’e var olma ve yaşama şansı tanıyor. Kürtleri varlığı ve hakları olan bir ulus olarak değil ikinci sınıf vatandaş olarak kabul ediyor. Dolayısıyla Çolemerg başta olmak üzere Kürdistan’daki belediyeler TC faşizminin ciddi tehdidi ve saldırısı altındadır.
Belediyeler aynı zamanda AKP-MHP faşist hükümetinin rant alanlarıdır. Her türlü rant, yol, köprü, elektrik, baraj, inşaat alanları bir avuç sömürücü, tefeci ve tüccara peşkeş çekilme yerleridir. Devletin üst kurumundan alt yerel yönetimlere kadar her yer rant ve sömürü alanlarıdır. Kayyum siyaseti aynı zamanda bu ranta el koyma ve biat eden işbirlikçi uşak Kürt’e pay vererek kendine bağımlı kılma siyasetidir.
Yangınlar Kürdü teslim almanın aracı
Amed, Merdin başta olmak üzere Kürdistan coğrafyasında bakımsız elektrik telleri yüzünden çıkan yangınlar, Kürdistan’ın insansızlaştırma politikasının bir parçasıdır. Soykırımın bir başka ismidir. Kürdistan’da sadece askeri kurumlar imha ve yok etme üzerine örgütlenmiyor aynı zamanda sivil ve yerel tüm kurumlar da işgal ve ilhak politikasının bir parçası durumundadır.
Kırk yıldır bakımı ve onarımı yapılmayan, yenilenmeyen elektrik telleri nedeniyle çıkan yangınlar, bilinçli ve planlı olarak bir imha aracına dönüştürüldü. Yıllarca köylülerin DEDAŞ’a yönelik şikayet dilekçeleri sonuçsuz ve etkisiz kaldı. Göz göre gelen felaket binlerce ton buğday-mısırın yanmasına neden oldu. Bir türlü bölgeye ulaşmayan yangın söndürme araçları, helikopterleri felaketin önlenemez halini yaşattı. Köylülerin ilkel alet ve yöntemlerle yangına karşı mücadelesi sonuçsuz kaldı. Feryat ve çığlıkları ateş ve duman arasında duyulmaz oldu.
Yangın anında ve sonrasında devleti yanında görmeyen Kürt halkı, sadece yangında katledilmedi. Aynı zamanda nasıl öldüğünü de kanıtlamakla uğraştı. Devlet yangının bakımı yapılmayan elektrik tellerinden değil anız yakan köylüler nedeniyle çıktığında ısrar etti. Kürt halkı sadece ölmekle kalmadı aynı zamanda nasıl öldüğünü kanıtlamakla uğraştı.
Bütün bunlar yaşanırken bir de milli maç nedeniyle Kürtlere “neden sevinmiyorsunuz” denildi! Milli takımı tutmak bir zorunluluk olarak dayatıldı. “Biji Portekiz” denilen linç edilirken, Kürt’e bir kez daha “milli olmak” dayatıldı. Bu durum, Kürt halkının duygu dünyasında büyük bir kırılma ve parçalanmaya neden oldu. Kürdistan halkının sadece toprakları işgal ve ilhak edilmedi. Aynı zamanda duygu ve manevi dünyası da bölündü. Kürt halkı bir kez daha yaşadığı felaket karşısında görüp anladı ki, Ankara hükümeti ne ateşi söndürüyor ne de yaralarını sarıyor. Köylülerin, gönüllülerin destek ve yardımından başka yanlarında kimseyi görmeyen köylüler yüreklerinde unutamayacakları öfke büyüttüler tıpkı Roboski’deki suçsuz savunmasız köylüler gibi. Kürtler ikinci bir Roboski felaketini yaşadı.
Kürt ulusuna yönelik saldırılara karşı durma görevi
Kürt ulusal özgürlük hareketine karşı topyekun bir saldırı vardır. Kayyum, yangın, askeri operasyonlar topyekun saldırılarının birer parçalarıdır. Topyekün saldırı sadece fiziki olarak sürdürülmemektedir. Aynı zamanda devletin kitle iletişim araçlarıyla desteklenmekte ve propaganda edilmektedir. Kürt ulusuna yönelik her alanda fiili saldırılar sürdürülürken aynı zamanda psikolojik harp saldırıları sürdürülmektedir. Yangında ölene “neden milli takımı desteklemiyorsunuz?” denilmesi ve ırkçı şoven bir saldırı dalgasının geliştirilmesi bu amaçladır. Türk patron ve generallerinin yüz yıldır bitmek bilmeyen Kürt ve özgürlük düşmanlığı etkisinden ve hızından bir şey kaybetmeden devam etmektedir.
Hiçbir halk faşizmin topyekun saldırıları karşısında tek başına sonuç alamaz. Acılar, sorunlar, nedenler ortaksa, kurtuluş ve mücadele de ortak olmalıdır. Kürt ulusu tek başına kalmamalıdır. Türkiye halkı, Kürt ulusunun yanında olup omuz omuza birlikte mücadeleyi örgütleyip kaderleri kendi ellerine alırlarsa işte o zaman korkusuz, onurlu bir yaşam ve gelecek örülebilir.
Kürt ulusuna yönelik her türlü baskı ve zulmün karşısında örgütlü durmak, TC faşizmine karşı mücadelenin en önünde kavganın sahibi ve kurtuluşun öznesi olmak esas olmalıdır. “Destek ve dayanışma” gibi tutumlar sınıf bilinçli proleterlerin tutumu ve duruşu olamaz. “Kayyum, işgal, askeri operasyon, yangın vb.” saldırılarına karşı mücadelede en önde olmak, hak alma kavgasının sahibi ve öznesi olmak esas olandır.
Kürt ve Türk halkının karşılıklı sağlam dostluğu ve güvenilir birliği için Kaypakkaya yoldaş; “Türk işçi ve emekçileri özgürlük mücadelesinde Türk milliyetçiliğini yıkmazlarsa onlar için kurtuluş imkansız olacaktır” ifadelerini kullanmaktadır. Önder yoldaşın bu devrimci tespitini asla akıldan çıkarmamak gerekir. Her gelişme ve olayda bilinçli, akıllı inandırıcı, sabırlı ve ikna edici bir tarzda Türk patron ve generallerinin egemenlik ideolojisi olan Türk milliyetçiliğine karşı mücadele etmek esas ve başta gelen görev olmalıdır. Azgın, yıkıcı, bölücü Türk şovenizmine, egemen din ve mezhep olan Sünni mezhebine karşı durmak onur ve vicdan sahibi insanın özgürlük ve kurtuluş düşleyen her devrimcinin başta gelen görevi olmalıdır.
Türk ulusunun her türlü imtiyaz ve üstünlüğüne karşı açık anlaşılır bir mücadele yürütülmelidir. Türk dilinin “Eğitim-Hukuk-Yasa-Mahkeme-Devlet’’ kurumlarında zorunlu olarak kabul edilmesini reddetmek, bütün ulusların ve dillerin tam eşitliğini savunmak demokratik halk devriminin temel görevidir.
Kendine solcu ve aydın diyenlerin bir kısmı, göstermelik olarak bir yandan Türk egemenlerinin imtiyazlarına ve eşitsizliğe karşıymış gibi sözde tutum takınırken gerçekte Türk komprador burjuvalarının ve onların devletinin lehine tavır takınırlar. Devrimcilik ve hatta komünistlik adına sosyal şovenizmi propaganda ederler. Bu sözde aydın ve solcuların ikiyüzlü tutumları da açık anlaşılır bir şekilde eleştirilip teşhir edilmelidir. Bu türden insanlar halklar arasında aşılmaz çitler örer, güvensizlik yayar, dostluk dayanışma ve birlikte mücadele etme fikrini zehirler.
Hiçbir gerekçe, hiçbir öncelikli görev Kürt ulusunun inkar ve imha politikasına karşı savaşılmamasını haklı çıkarmamalıdır. Sınıf bilinçli Partizanlar niceliğe bakmadan devrimci bir duruş kararlılık ve cesaretle özgürlük bayrağını her yerde en yükseklerde dalgalandırmalıdır. Haklı ve meşru olmak demokratik devriminin gerçekleşme güvencesidir. Daha büyük cesaretle sömürü ve zulmün üzerine yürümek esas olandır. Bugün cesarete ve devrime olan inanca sarılmak esas olmalıdır.
Unutmamak gerekir ki, bugün örgütlü bilinçli cesur duruşa ve pratiğe sarılanlar yarını kazanacaktır.