Yoldaşları anmak bir yanıyla da onların mücadele içerisindeki duruşunu, tavrını, kişilik özelliklerini anlatmaktır. Yoldaşları anlamak, onlardan öğrenmek ve onların bıraktığı son izleri takip ederek bıraktıkları kavgayı kararlı, inançlı ve kinle yürümektir sınıf mücadelesinde. Yoldaşları anmak bulunduğumuz alanlardan devrimci düşünceyi yükseltmektir. Onların bakışlarındaki derinliği kendi bakışımızla bütünleştirmektir. Yazmak ve genç kuşaklara devrimcileşmenin, cüret etmenin düşmana karşı son nefesine kadar direnebilmenin kararlılığını anlatmaktır.
Ben de bu duygu ile başladım yazmaya. Yazmak kolay mı? Onu anlatmak, gözlerindeki o saf gülüşün nedenini ortaya koymak, kolay değil. Kolay değil tanıştığımız günden ayrılığa kadar hiç durmadan, sorulan soruların yanıtının yaşamla nasıl buluşturduğunu anlatmak. Kolay değil, “Buralarda ben yapamıyorum, kopmak gerek geriletmeye çalışan tüm bağlardan” deyişini anlatmak, ifade etmek… Kolay olmamıştı onun yaşamı da zaten…
Kolay olmamıştı çünkü; her gün fabrikada çalışan, emeğinin karşılığını alamayan milyonlarca çocuk gibi, ilkokulu bitirince çalışmaya başlayan çocuk işçilerden biriydi Samet. Hayata tutunmayı, inatçı olmayı belki de buradan fabrikalardan öğrenmişti. Kolay mıydı çocuk yaşta itilip kalkılmak, küçük ellerinin yapamayacağı işin altından kalkmak? İnat ister, cüret ister, kararlılık ister. O da öğrenmişti zaten haksızlıklara karşı koymayı, susmamayı, başkaldırıyı… Öğrenmesi gereken sınıf mücadelesinin keskinliği idi zorlanmadı, bu zor yolda nasıl ilerlemek gerektiğini kavramak onun için zor olmadı…
Sınıf mücadelesine inanç, umut, fedakarlık ve direniş izleri bırakan Samet…
Bazen tüm detaya kadar anlatırsın ve evet anladı dersin, ancak ilk pratikte öyle olmadığını görürsün. Bazen de sohbet arasında anlayışın nasıl olduğunu söyler detaya inmezsin, Samet konuşulan tüm sohbetlerden öğrenen ve öğrendiğini pratiğe geçirmede asla tereddüt etmeyen bir özelliğe sahipti. Aldığı görevleri yerine getirmede örnek bir duruşu vardı.
Hiç mont giymezdi, kışın büzülürdü, üşürdü dayanamayarak her defasında derdim “Yoldaş senin montun yok mu? Sana mont alalım.” Kesinlikle kabul etmez ve “Yok yoldaş, ben üşümüyorum” derdi. Her defasında bu konu geçerdi aramızda ancak her defasında üşümediğini söylerdi. Mavi bir kazağı vardı Samet yoldaşın, soğuk havalarda asla çıkarmazdı üzerinden. Tıpkı umutları, güzel yüreği gibi maviydi kazağı…
Bir gün bizimki, ev ahalisinin baskılarına dayanamayarak evi terk etmişti. Bu durumu öğrendiğimizde yoldaşla, durduğumuz yerin meşruluğunu aileden kaçarak, evi terk ederek savunamayacağımız üzerine bir tartışma yürüttük. Seçtiğimiz zorlu sınıf mücadelesini ve haklılığını ailemize de anlatmamız gerektiğini… İkna olan Samet yoldaşla hemen yola çıkarak ailesine gittik. Eve gittiğimizde Samet’in yakın akrabalarından birisi de oradaydı ve Samet’e dönerek “Bu işler boş işler, işine gücüne bak. Senin daha yaşın kaç ki devrimcilik oynuyorsun? Ailenin durumu ortada, çalış evine para getir!” cümlelerini sarf etti.
Akrabasının bu cümleleri üzerine bizimki başladı hararetli bir şekilde mücadelenin meşruluğunu anlatmaya. İnatla ne yapmak istediğini bildiğini anlatmaya çalışırken, ailesinin durumunun düzeninin haksızlığından geldiğini, tüm ailenin çalışıyor olmasına rağmen aç olduklarını söyledi. Samet konuşmasının devamında, bu durumu sadece kendi ailesinin yaşamadığını, milyonlarca işçinin sömürüye maruz kaldığını söyleyerek ailesine de mücadele çağrısı yaptı.
Samet mücadelesine laf ettirir mi hiç…
Yakını istediği cevabı alamayınca Samet’i, “Ben sana gitme diyorsam gitmeyeceksin. Bir daha seni oralarda görürsem bacaklarını kırarım” sözleriyle tehdit etmeye başladı. Bizimki artık sakinliğini koruyamadı ve hiddetlenerek, “Ora dediğin yere gitmeyip senin peşinden mi geleyim? Ne öğreteceksin bana? Kadınlara nasıl laf atılır? Bunları mı öğreteceksin? Senin gibi mi olayım? Bence sen de gelmelisin ora dediğin yere… Gelmelisin ki her gün konuştuğun kadınları aldatmaktan vazgeçesin!” dedi.
Ah be çocuk… Ne de çabuk öğrenmiştin erkeklerin kadınları cinsel obje olarak gördüklerini ve değişimin devrimcileşmeyle olacağını… “Evet, Samet olmuş” dedim oracıkta. Meğer Samet’in küçücük bedenine sığdıramadığı kocaman yüreğinden çıkan o sesler, bugün Aliboğazı’nda yazılan destansı direnişin ayak sesleriymiş…
Sonra ben de yedim zılgıtımı, hızını alamayan Samet bana dönerek, “Hadi gidelim. Ben demedim mi size, beni anlamayacaklar, bana ‘çocuksun sen’ diyecekler diye ” demişti. Evet, Samet’e konuşması gerektiğini, Samet’in ailesini anlamasının ve ailesinin Samet’i anlamasının ancak konuşmayla mümkün olacağını söylemiştik. Ancak o da ısrarla anlamayacaklarını vurgulamıştı. Bu konuşma sonrasında “haklı” çıkmanın verdiği bir tavır takınmıştı Samet. Tabii bu Samet’in haklı olduğunu göstermiyordu, o da bunun farkındaydı. Bizler inatla en yakınımızdaki insanlara kendimizi anlatmak ve durduğumuz yerin meşruluğunu ortaya koymak zorundaydık ve Samet ile bu minvalde tartışmalara devam ettik. İkna olan Samet, “Yoldaş denemelere devam edeceğim” deyip gülümsemişti.
İnadı asla yaptığı eksiklikleri savunmaktan yana olmazdı, tam tersine kendisini geliştiren ve kolektifle bütünleşen pratiklerden yana olurdu. Yazının başında da dediğim gibi onları anlatmak biz geride kalanlar için en zorlandığımız, günlerce düşündüğümüz ve yazarken kaç defa sildiğimiz bir eylem haline dönüşüyor. Kolay olmuyor kabullenmek, bedenlerinin aramızdan gittiğini bilmek ve bir daha görememek duygusunu yaşamak…
Yazarken de bu duyguların yoğunluğu bizi taa geçmişe onun mimiklerine, gülüşüne, yürüyüşüne, mavi-masmavi kazağına, “Haydi hemen şu işi yapalım, gazete gelmiş, dağıtıma çıkalım” deyişine, tez canlılığına, eylemlerde havada kalan sıkılı yumruğuna götürüyor… Gülüşlerine götürüyor onları düşünmek bir de, bir de devrettikleri silahlarına…
Geride kalanlar olarak anlatmak nasıl ki değerli ise onların cüretkarlığını kuşanmak o denli önemlidir. Özellikle de içinde bulunduğumuz sürecin dayattığı örgütsüzlüğü, sinmeyi, reformize olmayı devrimci bilinci kuşanarak alt edebilir ve şehit düşen yoldaşlarımıza zoru başarmakla sözümüzü vereceğimizi bilmeliyiz. Onları toprağa verdiğimiz ilk gün olduğu gibi kinimizi taze tutarak, inancımızı yenileyerek, güzergahımızı devrime giden yol olarak netleştirerek yapabiliriz. Şimdi zaman, Samet’in kavgasını büyütme zamanıdır. Şimdi zaman, Bakış olma zamanıdır. Şimdi zaman, Samet olma zamanıdır.
İstanbul Sarıgazi’den bir yoldaşı