Bir halk savaşçısı daha şehitler ordusuna katıldı… Proletarya Partisi’nin bir gerillası daha canımıza can kattı… Komünizmin ölümsüzlük iksirini içen son yoldaşımız Mehtap Kara, Dersim’de silah elde toprağa düştü… Ve işte tam da bu yüzden, savaşa dört elle sarılmak, mücadeleye var gücümüzle atılmak için daha fazla nedenimiz var artık…
Tam 30 yıl önce 27 Ağustos 1977’de Cemil Oka’yı komünizmin kızıl bayrağına sardığımızda, Proletarya Partisi istim üzerinde gidiyor, düşenlerimizin silahı elden ele geçiyor, kavgamız emin adımlarla serpiliyordu. Önder yoldaşımızı, Ali Haydar, Muharrem ve Meral’i ölümsüzlüğe uğurladıktan sonra, adımlarımızı sıklaştıran süreç, Atilla Özkan ve Mehmet Kocadağ’larla başlamış; Cemil Oka’dan Zeki Şerit’e, Selahattin Doğan’dan İsmail Hanoğlu’na, Ali Yılmaz’dan Orhan Bakır’a uzanan bir çizgide, pek çok yoldaşımızın kanıyla suladığı kavga alanlarında, komünist kişiliğin, savaşçı ve militan karakterin harcı karılırken, İbrahim’in tutuşturduğu meşale, ulaşılması daha da zor bir yüksekliğe taşınmıştı.
12 Eylül’ü takip eden askeri faşizm koşullarında, gerek azgın saldırı ve terör, gerekse de yılgınlık ve teslimiyetle savaşma ve direnme adına sembolleşen Raci Yılmaz ve Haydar Aslan’lara, Süleyman Cihan’dan Ali Uçar’a, Hasan Hakkı Erdoğan’dan Hayrettin Bakış’lara kadar genişleyen bir hatta, onlarca yoldaşımızın canı pahasına ördüğü barikat, aynı zamanda Proletarya Partisi’nin devrim rotasından çıkmaması için de pusula işlevi görüyordu. En ağır ve zorlu koşullarda, bütün darbe ve kayıplara karşın tutulması gereken yol, ancak ısrarlı ve kararlı bir direngenlikten, yılmaz ve yorulmaz bir mücadele pratiğinden geçiyordu.
Cunta döneminin açtığı yaraları sarma ve yeniden toparlanma sürecinde; Ünal Küçükbayrak ve Zeki Uygun’lardan Kazım Çelik’e, İsmail Oral’dan İsmail Bulut’a, Emre Bilgin’lerden Tuncay Çarıkçıoğlu’na, Barbara’lardan M. Ali Çakıroğlu’na, Erhan Öztürk’lerden Halil Çakıroğlu’na, yüzleri aşan bir şehitler taburu eşliğinde yürüyen Proletarya Partisi; faşizmin yoğun saldırılarına, darbeci ve kaçkıncı hizipçilerin sırtında açtığı yaralara karşın, komünist kimliğine halel getirmeyen bir pratiğe imza atmayı bildi. İbrahim’in ardılları, her biri örnek ve lider onlarca yoldaşının çektiği savaş lokomotifinin raydan çıkmasına izin vermiyordu…
Partinin öncülük rolünü oynayabilmesinde, iç ve dış tahribatın sonuçlarına müdahale etmesi ve yeni bir atılımla süreci yönetmesi gerekiyordu. Savaşa yoğunlaşma ve örgütsel kimliği sınıfsal zeminde şekillendirme adına yapılan müdahaleler; Mehmet Demirdağ’lardan Polat İyit’e, Özgür Kemal Karabulut’tan Bahattin Günel’lere, Ayfer Celep’lerden Yusuf Ayata’lara, Nergiz Gülmez’den Muharrem Horoz’a devrolunan bir savaş ve direniş ekseninde ete kemiğe büründü. Proletarya Partisi’nin kendi sürecine hakim olma ve sınıf mücadelesinde öncü bir kimlik edinebilme amacıyla yine büyük bedeller ödeyerek yürüttüğü kavga; komünist bir fedakarlık ruhu, kararlı bir mücadelecilik, yüksek bir azim ve cesaretle örülmüştü.
Partinin 30. savaş yılına girilirken, komünist niteliğiyle ciddi bir çelişki arz eden sınıfsal konumlanışı ve pozisyonu için çaplı ve esaslı bir yönelime girmesi ve uzun yılların kangrenleşen sorunlarına neşter vurması gerekiyordu. Bu süreç de öncekiler gibi kendine özgü zorluklar taşıyor, yine son derece özverili, direngen, ısrarlı ve kararlı bir savaş ve mücadele çizgisi izlenmesini gerektiriyordu. Emel Kılıç’tan Bülent Ertürk’lere, Ahmet Laço’lardan Aşkın Günel’lere, Dilek Polat’tan Mehtap Kara’ya ulaşan bu çizgide kavgayı üstlenen Proletarya Partisi, hedeflerine ve geleneğine uygun bir yönelimde ısrarını sürdürdü, sürdürüyor…
Savaşı ve devrim mücadelesini bugünlere taşımak, elbette ki şehit olarak kavganın en nadide sembolü haline gelen yoldaşlarımızla sınırlandırılabilecek ya da açıklanabilecek bir olgu değildir. Marksist-Leninist-Maoist temel yönelim hattımız üzerinden şekillendirilen ideolojik politik çizgi; bu doğrultuda her türlü özveriyi tereddütsüzce sergileyen, büyük bir emek seferberliği içerisinde çok ağır bedeller ödeyen binlerce kadro, militan ve taraftarımız sayesinde hayata geçirilebildi. Dünden bugüne olduğu gibi, bugünden yarına kavgaya önderlik edecek ve omuzlayacak olanlar, yine bu misyonun eri komünistler ve halk savaşının devrimci militanları olacaktır.
Hiçbir devrim halka rağmen ve halksız olamayacağı gibi, halkın kendi kaderine hükmedecek bir pozisyon belirlemesi de komünistlerin öncülüğünden bağımsız bir gerçeklik oluşturamaz. Kitleler içerisinde kök salabilmek, örgütlenerek maddi bir güç yaratabilmek ve nihayetinde mücadeleyi/savaşı devrimlerle taçlandırmak; sınırı belirsiz bir kuşaklar zincirinde, önderler ve öncülerin adanmış pratiği sayesindedir.
Halka ve devrime, dahası komünizme adanmış bir yaşamı pratikleştirebilmek, çok yönlü çelişkilerle yol alınan bir sürece hükmetmeyi başarabilenlerin işidir. Bilinç ve irade ekseninde, mücadeleye verilen emeğin içselleştirebileceği bu olgu, devamlı biçimde geliştirilmeye muhtaçtır. Tıpkı devrim mücadelesi gibi, kişideki dönüşüm/şekillenme sürecini olumlu yönde etkileyecek ve ileriye doğru evriltecek temel husus; sürekli bir hal alması gereken pratiktir. Devrimci teorinin aydınlığıyla yol alan pratik, yenilenme, arınma ve güçlenmenin anahtarıdır. Sınıflar olgusunun bağışıklığa izin vermeyeceği koşullarda, ayakta kalmak için hiç durmadan yürümek gerekir.
Duran, mola vermek isteyenler düşmüştür, düşeceklerdir. Yeniden ayağa kalkmak elbette mümkündür ama, belini doğrultmak için eskisinden bin kat daha fazla güç harcanması gerekecektir. Her tercihin aynı zamanda bir vazgeçiş olduğu gerçeği doğru biçimde kavranmalıdır. Sınıf mücadelesi dur-durak tanımadan sürdüğüne göre, her tercihin bir karşılığı olmalıdır. Kim ki bakışlarını proletaryanın sınıfsal çıkarlarından ayırmaz, onlar nefes alır gibi mücadele yürütmenin sırrına erişeceklerdir. Cemil Oka olmak, Hanoğlu, Cihan, Bakış, Küçükbayrak olmak, Çelik, Oral, Çakıroğlu, Demirdağ olmak böyle bir şeydir.
Devrim mücadelesinde saf tutmak, hiçbir dönem için basit ve kolay bir seçim olarak görülemez. Yaşamın adanmışlığı meselesi, bir dizi kişisel çıkar ve burjuva-feodal alışkanlıklardan vazgeçme yönündeki tercihi ifade eder. Yaşamı anlamlı, değerli ve onurlu kılan; emekten ve ezilenden yana duruş sergilemektir. Bu duruşun somut bir değer ve katkı üretebilmesi için örgütlü mücadeleye endeksli bir hal alması gerekir. Aksi bütün durumlar, en çok “hoş” bir seda olarak yankılanıp, boşlukta kaybolacaktır. Devrimden yana olan kişinin azami katkı sunabilmesinin yolu, mücadeleye bütün benliği ile katılmasından geçmektedir. Meral Yakar olmak, Barbara, Ayfer, Nergiz olmak; Emel, Dilek, Mehtap olmak tam da böyle bir şeydir.
Devrim yolculuğunda sıra neferi olma tevazusu gösterenler; kişisel çıkarlar elbisesini soyunanlar, şahsi ikbal peşinde koşmayanlar, vicdani etiğe sosyal boyut kazandıranlardır. Bu çizgiyi tutturanlar için “kaybedilecek değerler”, kulvar değiştirmiş demektir. Ölümü, sınıf mücadelesinde bayrak devri haline getiren ve sonu sonsuzluğa havale ederek taze bir başlangıca doğum yaptıran da budur. Devrim saflarında yer almanın onurunu taşımak, her şeyden önce insani değerlerle ilişkilenme çerçevesinde okunmalıdır. Bu değerleri hep daha çok kucaklayan ve bilinçli bir biçimde yaşamına işleyenler için insanlığa hizmette ileri bir mevziye tutunulmuş demektir. Komünizmin, hatta devrimlerin uzak bir hedef olduğu koşullarda, devrimciye sonsuz bir enerji yükleyecek olan, manevi tatmin olgusuna ulaşmanın yolu böyle çizilmektedir.
Proletarya Partisi cephesinden günümüzün zorlu ve bir o kadar da onurlu görevlerinin üstesinden gelmek; şehitlerimizin simgeleştiği, yukarıda andığımız tarihsel seyrin izinde, kavgaya ve direnişe damgasını vuran bir pratik sergilemekten geçiyor. Her dönem olduğu üzere, karşı-devrimci akımın cereyanına kapılarak bin bir gerekçe ve bahaneyle sınıf mücadelesine sırtını dönenler olacaktır, olmaktadır. Emperyalizmin dünyayı canlı cenazeler diyarına çevirmek için başvurmadığı yöntem yoktur.
Karanlıklardan çıkış için yüzünü güneşe dönerek savaşanlar, mutlak geleceğe inananlardır. Tarihin çarkını ileri doğru döndürenler, Cemil Oka gibi olabilen, onun gibi savaşarak nefes alanlardır. Güne hükmeden ve ışığın izinde, korkmadan ve yılmadan gidebilenler, Mehtap Kara gibi çarpışarak şehit düşenlerdir. Özgür gelecek yolunda mücadelemiz; dün olduğu gibi bugün ve yarın da nice bedelleri ödeyecek, nice direniş ve muharebelere imza atacak komünistlerin omuzlarında yükselecektir.
(07-20 Eylül 2007 tarihli İşçi Köylü gazetesinden alınmıştır.)