Macron’un uygulamaya koyduğu ve koymak istediği kimi yasalara karşı oldukça uzun zamandır bir tepki hareketi mevcuttu.
Olağanüstü Hal’in yasalaştırılarak kalıcı hale getirilmesi,işverenlere/büyük işletmelere vergi kolaylığı sağlanırken çalışan işçi/memuraek vergiler konulması, emeklilerin aldıkları maaşın enflasyon karşısında değer yitirmesi, kamuda çalışan memurların yük olarak görülmesi ve kademeli olarak işten çıkartılmak istenmesi, çalışanların ek mesai ücretlerinin kısıtlanması/ödenmemesi, öğrencilerin liseden sonra okuyacakları üniversitenin seçimi ile ilgili getirilen kısıtlamalar, çevre örgütlerinin rahatsızlıkları Macron’a ve hükümete yönelik tepkilerin konuları olmuştu. 2017’den 2018’e uzanan Genel Grevler örgütlenmiş, özellikle hava ve demiryolu çalışanlarının grevleri uzun süre gündemde kalmıştı.
Son dönemde akaryakıta getirilen ek vergilerden dolayı kendiliğinden gelişen “Sarı Yelekliler” hareketi, bileşenleri dolayısıyla Fransa kamuoyunda tartışılırken, sayılarına orantılı olarak eylemleri de artmakta ve ülkenin birçok yanına yayılmasının yanı sıra Avrupa’nın diğer ülkelerine de sıçramaktadır. Öncelikle, ülke gündeminde tartışılan “Sarı Yelekliler”in kim olduğu konusuna değinmekte fayda var.
Kimi gazetelerin yaptırdığı araştırmalara göre, “radikal sağ” tabanın yüzde 82-85, “sol tabanın” yüzde 75-77 arasında destek verdiği hareket alanlarda “serbest” hareket etme ve sendikalarla, politik oluşumlarla arasına bir mesafe koyma eğilimi göstermektedir. Bunun en somut örneğini bizler katıldığımız bir eylemde gördük. Sendikaların toplanılan alandan yürüyüşe geçme önerisi alanda bulunan “sarı yelekliler” tarafından uzun bir süre tartışıldı.
Tartışmalarda görünen oldukça spontane hareket edildiği, sendikalara/örgütlere mesafe koymak istenmesi, kendi içlerinde ciddi bir kopukluk olduğu şeklindeydi. Yürüyüşe başlandığında ise, bir kısmı katılırken bir kısmı buna itiraz ederek farklı bir yere yönelmiş oldu. Yürüyüş sırasında da grup grup koparak farklı istikametlere gitmeye başladılar.
Sendikalar ve kitle örgütleri ekonomik ve politik talepleri dile getirmek istediklerinde ise bir ses kalabalığı yaratılmaktaydı. Ülkenin en büyük işçi sendikası CGT (Genel İş Sendikası) eylemlerin ilk anından itibaren merkezi olarak bir tepki ortaya koyarak, “milliyetçi ve faşist partilerin güdümündeki bir hareketin içerisinde yer almayacağız, onlarla meydanlarda yan yana olmayacağız” şeklinde bir açıklama yaptı.
Aradan günler geçtikten sonra “sarı yelekliler”le aynı alanda olabileceklerini ve bunu alan örgütlülüklerine bıraktıklarını açıkladılar. Bu arada milliyetçi partinin lideri Marie Le Pen de bir açıklama yayınlayarak “Sarı Yelekliler”in organize edilmesinde kendisinin payı olduğu söyleminin “ahlaksızca olduğunu” söyledi. Eylemlerin ilk olarak Le Pen’in güçlü olduğu bölgelerde başlaması ve hükümet kaynaklarının Le Pen’i işaret etmeleri, kamuoyunda da ilk olarak milliyetçi partinin bir yönlendirmesi olduğu algısını yarattı.
Hatta bu partinin üyeleri sınır bölgelerinde “sarı yelekliler” eylemi yaparken araç kontrolleri yapıp, “kaçak göçmenleri” yakaladıkları anların videosu çektiler. Yakaladıkları göçmenleri jandarmaya teslim ettikleri de görüntülere yansımaktadır. Yine bazı bölgelerde yapılan eylemlerde yoğun bir milliyetçi propagandaya rastlanabiliniyor.
Ülkenin “sol” cenahı ise genel anlamda bir kuşkucu bakış açısına sahip. CGT’nin tavrının dışında diğer işçi ve memur sendikaları hala net bir açıklama yapmış değil. CGT kendi eylem gündemini uygularken “sarı yelekliler”e de çağrı yapmaya başladı. Bunun dışında, Boyun Eğmeyen Fransa “sol hareketinin”liderlerinden olan Jean-Luc Melenchon eylemlere destek çağrısı yaptı. Yeni Antikapitalist Parti’nin [Nouveau Parti Anticapitaliste – NPA] kurucusu Olivier Besancenot, katıldığı bir televizyon programında işçi hareketini şu sözlerle Sarı Yelekler’e desteğe çağırıyordu: “İşçi hareketinin de en azından bir genel grev başlatarak hayat pahalılığına karşı duyulan öfkeyle başlayan bu dalganın bir parçası olması lâzım. Herkes satın alma gücünden bahsedip duruyor. Bu‘satın alma gücü’ lafından gına geldi! Halkın ezici çoğunluğuna bahşedilen tek güç satın alma ve tüketme gücü, başka hiçbir gücümüz yokmuş gibi! Gösterilere baktığımda, aşırı vergilere karşı sloganlar duymuyorum. Servet vergisinin kaldırılmasına, vergi kaçakçılarına, kısacası vergi adaletsizliğine karşı sloganlar duyuyorum.”
Fransız solunun görevi bu eylemlere katılarak kendi rengini vermesidir
Burada şunu belirtmekte fayda var; kendiliğinden gelişen bu hareketin içerisindeki milliyetçi damarın varlığı ve gücü bir gerçek. Özellikle her ne kadar genel olarak duruşunu tartışsak da, “sosyalist parti” iktidarları dönemlerinde işçi sınıfının istemlerini yarım ağızla seslendirseler de bugün “sarı yelekliler” eylemlerine yoksullaşma, göçmen hakları, ırkçılık vb konuları ekleme çabasını gösterdiğini belirtmemiz lazım CGT’nin.
Bir dikkat edilmesi gereken yön de kendiliğinden gelişen ve henüz nereye evrileceği net olmayan bu eylemlerin içerisinde olmak ve yoğun bir çaba ile Fransız işçi sınıfı, öğrenci ve memur hareketleri ile göçmenleri ve onların örgütlerini de bu eylemlere katarak kendi rengini bu harekete vermek gibi zor görevi var Fransız “solunun”
Eylemcilerin içinde sağ ve milliyetçi unsurların olması,talepleri geriletmenin değil aksine kitlelere mal etmenin zorunluluğunu gösterir. “Sarı yelekliler” eylemlerde işçi ve memurların,öğrencilerin, emeklilerin, göçmenlerin yaşadığı sorunlarına değinmiyorlar,ortaya çıkış nedeni olarak akaryakıta yapılan zamları gösteriyorlar,belirleyici olacak olan eylemlerde tüm bu talepleri dile getirecek örgütlerin var olmasıdır. “Sarı yelekliler”in bileşenlerini bahane ederek eylemlerden uzak durmak gerçekçi ve doğru bir tavır neden olmayacaktır.
Paris Üniversitesi Öğretim Üyesi Sosyolog Engin Sustam verdiği bir röportajda şunları söylüyor; “Bu hareketin en başında söylediğim gibi, belirli profilleri var. Bunlardan birincisi orta sınıfa dahil olmaları. İkincisi bu hareketin bir kızgınlık sonucu kendini örgütlüyor olması, ama bu anlamıyla elbette İspanya kızgınlar başkaldırıları gibi değil (Los Indignados). Bu hareketin en iyi ve vurucu yönlerinden biri de spontane ve sosyal medya üzerinden örgütlenebilme eğilimine sahip olmasıydı. Bu hareketin çıkışında benzin ve dizel zamları, ikinci nokta Fransız otobanları paralısıdır. Radarlar çoğalmıştı. Arabaların ne kadar sağlıklı olup olmadığına dair bir durum ortaya çıkartmıştı.
Bu anlamda bir toplumsal hareket olsa bile, mesela bu hareketin bir ekolojik projesi yok, hükümetten talep ettiği demokratik, toplumsal değişim projesi –işsizliğe, fakirliğe, göçmen soruna karşı- bir bildirgesi yok. Popüler kızgınlık hareketi olarak kendini gösteriyor. İnsanlar çok çalışıyorlar, az para alıyorlar, maaşları düşük, alım güçleri azalıyor, zam artıyor, vergi artıyor, bu da orta sınıflarda belli kopma semptomları yaratıyor. Yurttaşlık hissinde belli kopma semptomları yaratıyor. Bu hareket bu kopma semptomları üzerinden kendini gösterdi.
Bu tür eylemselliklere baktığımızda, sağ tandanslı ve popülist olduğunu tespit edebiliyoruz elbette.”
belirlemeler büyük oranda gerçeği yansıtmakta olmasına rağmen, Fransız solunun ve göçmen örgütlerinin bu eylemlere müdahil olma zorunluluğu dile getirilmeliydi.
Sokaklar Terk Edilmemelidir
Bu resim içerisinde, adına halk dediğimiz kitle hemen tüm renkleri ile meydanları dolduruyor. Kızgınlıklar, talepler farklılık gösterse de sokaklarda beraber olabilmeliyiz. Bu beraberlik aynı zamanda, Fransız sol gruplarının tüm söylemlerinin “sarı yelekliler”e ulaştırabilecekleri bir mecrayı işaret ediyor.İlk günlerde mesafeli duran sol örgütler, sendikalar şimdilerde eylemleri ortaklaştırmanın çözümünü aramakla meşgul, bu iyiye işaret. Yine katıldığımız bir eylemde, sol gruplar ile “sarı yelekliler”in bir sokak başında ayrılma durumu ortaya çıktığında, sol gruplardan bir eylemcinin “sarı yelekliler”in arasına girerek yaptığı konuşmadır yol gösterecek olan; “Ayrılmayın, beraber olursak kazanırız!”
1 Aralık’ta düzenlenen protestolara, polis tarafından öldürülen Adama Traore adına kurulmuş Justice Pour Adama Traore (Adama Traore İçin Adalet) Derneği’nin desteği de göstermiştir ki banliyödeki göçmen kökenli kesimler protestolara daha ciddi bir oranda katılmaya başlamıştır.
Macron Ne Yapacak?
1 Aralık eylemlerinin başta Paris olmak üzere, ülkenin hemen tüm şehirlerinde militan bir şekilde gerçekleştirilmesi sonucu G20 toplantısı için gittiği Arjantin’den dönen Macron ilk iş olarak bakanlarını yanına alarak, Paris’te eylem yapılan alanları/sokakları gezdi. İlk andan itibaren göstericilere karşı tavırlarında umursamaz olan Macron şimdi ise bu olayların bitmesi gerektiğini, konuşularak aşılabileceğini söylemeye başlamıştır. Yine de sosyal medya hesaplarından, “Bu şiddetin failleri değişim istemiyor, iyileştirme istemiyorlar, kaos istiyorlar”ve “Protestoya her zaman saygı duyarım, muhalifleri her zaman dinleyebilirim ancak şiddeti hiçbir zaman kabul edemem” demeye devam etmektedir.
Macron, Başbakan’a eylemcilerle görüşme çağrısı yaptığını da belirtmektedir. Fransa İçişleri Bakanı Christophe Castaner, tekrar Olağanüstü Hal (OHAL) ilan etmenin bir seçenek olduğunu dile getirerek, “Benim için hiçbir şey tabu değil, her ihtimali değerlendirmeye açığım” şeklinde bir açıklama yaptı. Fransız solu,“sarı yelekliler” ile yarattığı mesafeyi kapatarak bu süreçte etkili olabilmenin yollarını bulmalıdır.
Bu isyan dalgası, emperyalist-kapitalist sistemin tam orta yerinden,ezilenlere umut olacak bir yere evrilmelidir.
Fransa’dan Bir Partizan Okuru