2008 yılında tüm dünyayı etkisi altına alan ve ülkemizi teğet geçtiği iddia edilen krizin, başka bir versiyonu ancak daha ağır bir sürümü ile karşı karşıyayız. Gelinen aşamada Türk hâkim sınıfları krizi yönetmek, fırsata çevirmek istemektedir. Nitekim sadece 24 Haziran’dan bugüne AKP iktidarının icraatları bunu teyit etmektedir. Damat Berat Albayrak tarafından kamuoyuna duyurulan Yeni Ekonomik Program(YEP) da bu amacı özetler nitelikte. “Piyasa ekonomisinden taviz yok”diyerek başlayan program, Türkiye’yi krize sürükleyen yeni-liberal politikaları daha da ağırlaştırarak sürdürmeyi amaçlıyor. Programa göre özelleştirmeler hızlandırılarak sürdürülecek. Sağlık ve sosyal güvenlik hakları tırpanlanacak; kamu çalışanlarına esnek çalışma, güvencesiz istihdam ve performans sistemi dayatılacak.
İşçilerin kıdem tazminatı hakkını yeniden hedef tahtasına koyan program, zorunlu bireysel emeklilik sisteminin yeniden dayatılmasını ve emekçilerin ücretlerinden yapılacak kesintiler ile sermayeye uygun kredi temini amacıyla kullanılmasını öngörüyor. Yüksek enflasyon ve yüksek işsizliği kabul eden programın, milyonlarca emekçinin işsizliğe ve yoksulluğa sürüklenmesine karşı bir tedbir ya da politikası yok. Kısaca, Yeni Ekonomik Program, “sermayeyi kurtarma, emeğe saldırı programı”dır.
İşçi sınıfı ve emekçiler cephesinde yaşananlar YEP’in ne kadar büyük bir yıkım getireceğinin de ipuçlarını veriyor. Bugün yoksulluk sınırındaki artış, asgari ücretteki artışın yaklaşık 6 katı durumunda. Açlık sınırında bir ayda 108 TL, yoksulluk sınırında yıllık 374 TL, açlık sınırında yıllık 341 TL, yoksulluk sınırında ise yine yıllık 1181 TL artış olmuştur. (DİSK-Birleşik Metal-İş Araştırma Merkezi-‘Açlık ve Yoksulluk Sınırı Eylül Dönem Raporu)
TÜİK’in, 3 Ekim’de açıkladığı enflasyon rakamları da tüm çarpıtmaya rağmen yaşanan yoksullaşmanın boyutlarını ortaya koyuyor. Berat Albayrak’ın YEP duyurusunda 20,8 olarak açıkladığı enflasyon TÜİK rakamlarına göre eylül ayı itibariyle yüzde 6,3, yıllık enflasyon ise yüzde 24,52 seviyesinde gerçekleşti. Albayrak’ın enflasyon hedefi, açıklamanın üzerinden henüz bir hafta bile geçmeden tarumar olmuş durumda.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG), yayımladığı Eylül ayı iş cinayetleri raporu da (Eylül ayında en az 157 işçi yaşamını yitirirken, yılın ilk sekiz ayında ise en az 1450 işçi iş cinayetinde hayatını kaybetti.) söz konusu ekonomik krizin faturasının sadece alım gücünün düşmesi olarak değil aynı zamanda daha fazla kar uğruna alınmayan iş güvenliği ve sağlığı önlemleri nedeniyle, işçilerin canıyla ödendiğini gösteriyor. Şimdiden 3 bini aşkın şirketin konkordato ilan ettiği, bu şirketlerde çalışan binlerce işçinin alacaklarının büyük bir risk altında olduğu bir süreci yaşıyoruz. Diğer yandan binlerce işçinin işten atıldığı ve işsizler ordusuna her geçen gün daha fazla işçinin katılacağı bir sürecin içinde hızla yol alıyoruz.
İşçiler Köle Değil; Bu Daha Başlangıç!
İşçi sınıfının alacaklarının ödenmesi, çalışma koşullarının düzeltilmesi, işten çıkarmalara son verilmesi ve sendika hakkı uğruna verdiği mücadele ise yeni katılımlarla her gün büyüyor.
Tutuklanan işçi sayısının 37’ye çıktığı 3. Havalimanı işçileri, direnişlerinin 104. gününe giren Gebze-Flormar işçileri, TİS haklarını isteyen ODTÜ işçileri, enflasyonun altında düşük ücrete razı edilmek istenen Eskişehir-Delphi işçileri, 170’i aşkın gündür sendika hakları için direnişte olan Bursa- Cargill işçileri, sözleşme dayatmasına, kadro hakları ve iş yükünün yoğunluğuna karşı çalışma koşullarının iyileştirilmesi için eyleme geçen Eskişehir- Candy Hoover Doruk işçileri, KHK’larla işten atılan Kenan Güngördü, Boran Atıcı ve Sinan Yelderen(İstanbul) ile Kocaeli’de aylardır direnen mimar Alev Şahin…Bu diziye eklenebilecek çok sayıda irili-ufaklı, bireysel ya da bir sendikanın öncülüğünde sürdürülen çok sayıda hak temelli mücadele söz konusu. Tüm bunlar R.T. Erdoğan’ın “kriz mriz yok” (19 Eylül Gaziler Günü. Ankara) dediği koşullarda işçi sınıfı ve emekçiler cephesinde biriken öfkenin birer izdüşümü olarak kayıtlara düşüyor.
Birleşe Birleşe Kazanacağız!
Açık ki TC Türk hâkim sınıfları, her kriz döneminde, dipten gelen dalgayı bastırmak, kontrol altında tutmak veya zaman içinde yıkıcı etkiler yaratmadan sönümlenmesini sağlamak adına işçi sınıfı ve emekçilere, onların en ileri, en diri ve örgütlü güçlerine yönelik azgın bir saldırı konseptini devreye sokar. AKP iktidarı, son birkaç haftadır Türkiye Kürdistanı’ndan Batı illerine HDP üye ve yöneticilerine (6 Ekim günü 6 ilde HDP üye ve yöneticisi 49 kişi gözaltına alındı. Basın); devrimci, ilerici güçlere (Bursa’da 5 Devrimci Partili, İstanbul’da yazar Temel Demirer, Ankara’da Ethem Sarısülük’ün evi basıldı) sendikalara ve sendikacılara( Dev Yapı-İş Genel Başkanı Özgür Karabulut tutuklandı. 5 Ekim), insanca yaşanacak bir çalışma ortamı isteyen, yağmur altında saatlerce servis beklemekten bıktığı için ıslık çalan işçiye saldırmaktadır.
Bu bakımdan kriz ile muktedirin şiddeti arasında doğrudan bir ilişki vardır. Kriz derinleşip, yayıldıkça devletin çeşitli biçimler altındaki gözaltı ve tutuklama, korkutma veya ana akım medya aracılığıyla gerçekleri ters yüz etme saldırısı, başka bir deyişle zor ve şiddetin tahakkümünde ivme yükseltilmektedir.
Süreklileşmiş OHAL rejiminin geçerli olduğu söz konusu iklimde devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin yan yana durması, birleşik mücadeleyi yükseltmesi acil bir ihtiyaçtır. Devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin, AKP iktidarının tek adam sultasıyla zapturapt altına almak, karanlığa boğmak istediği coğrafyamızda umudu diri tutabilmesi ve işçi sınıfının birliğinin sağlanabilmesinin yolu birleşik mücadeleden geçmektedir.
Bu bağlamda birleşik mücadelenin olanaklarını ısrarla emeğin dünyasında aramak ve ‘Ne yapmalı?’ sorusuna yanıt aramak önemli. 28 Ekim’de Partizan, Yeni Dünya İçin Çağrı ve Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) tarafından düzenlenecek olan, “Kriz ve Şiddet Sarmalında Birleşik Mücadelenin Olanakları, Ne yapmalı?” başlıklı forum buna mütevazi bir katkıda bulunmayı amaçlıyor. Birleşik mücadeleyi, emekçilerin hak gasplarına yönelik direnişlerinden bağımsız düşünmek olanaklı değil. Bu açıdan haklarını sahip çıkarak direnişi seçen, mücadeleyi büyüten direnişçi işçiler tüm toplumsal kesimlerin aynı zamanda birikmiş ve birleşmiş öfkesini yansıtıyor. Düzenlenecek olan Forum, direnişçi işçilerin enerjisine, mücadele azmine ve deneyimlerine ev sahipliği yapmayı hedefliyor! Amacımız, birleşik mücadelenin imkanlarını, sınıfın umudu büyüten direncinden güç alarak tartışmak!