28 Ekim tarihinde Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nde Sosyalist Meclisler Federasyon, Partizan ve Yeni Dünya İçin Çağrı tarafından “Kriz ve Şiddet Sarmalında Birleşik Mücadelenin Olanakları; Ne Yapmalı?” başlıklı forum düzenlenecek. Foruma kısa bir süre kala düzenleyen kurumlardan Partizan ile yaptığımız söyleşide, “Kriz ve şiddet ikliminde birleşik mücadelenin olanaklarını emeğinde dünyasında aramayı ve ‘Ne Yapmalı?’ sorusuna birlikte yanıt bulmayı amaçlıyor” olarak tanımladı.
28 Ekim tarihinde Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nde Sosyalist Meclisler Federasyon, Partizan ve Yeni Dünya İçin Çağrı tarafından “Kriz ve Şiddet Sarmalında Birleşik Mücadelenin Olanakları; Ne Yapmalı?” başlıklı forum düzenlenecek. Foruma kısa bir süre kala düzenleyen kurumlardan Partizan ile yaptığımız söyleşide, “Kriz ve şiddet ikliminde birleşik mücadelenin olanaklarını emeğinde dünyasında aramayı ve ‘Ne Yapmalı?’ sorusuna birlikte yanıt bulmayı amaçlıyor” olarak tanımladı.
– 24 Haziran seçimlerinden sonra özellikle de dövizde yaşanan dalgalanma ile çok geniş kesimleri derinden sarsan bir zam furyası ve enflasyon gerçeği ile karşı karşıya kalındı. TC ekonomisinde yaşanan söz konusu gelişmeleri nasıl görüyorsunuz?
Türk hâkim sınıflarının içine düştükleri ekonomik kriz, emperyalist-kapitalist sistemin genel bunalımının bir uzantısı olarak coğrafyamızda sert haliyle yaşanıyor.
2018 yılında dünya finans kapitalinde yaşanan ABD merkezli kriz, piyasaya bol miktarda dolar basılarak ötelendi. 10 yıl boyunca dünya piyasalarına arz edilen dolar yağmuru, yarı-sömürge ülkelerin ekonomilerine belli bir süreliğine geçici olarak “nefes” aldırmıştı. Ancak, bugün dünya piyasalarına aktarılan dolarların ABD’ye geri çekilmeye başlamasının en ağır sonuçlarını bizim gibi yarı-sömürge ülkeler yaşamaktadır.
AKP iktidarı, sistem krizinin çözümünü TC devletini özel bir anonim şirketi gibi doğrudan patronlar tarafından yönetilecek bir sistem haline getirmekte buldu. Türk devletinin 97 yıldır biriktirdiği ve kronikleşmiş yapısal sorunların devletin yeniden yapılandırılmasıyla çözülemeyeceği 20 Eylül 2018 tarihinde Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın açıkladığı Yeni Ekonomi Programında (YEP) bir kez daha açığa çıktı. Programda yer alan işçi, emekçiler için ağır tasarruf kararları ile devletin işçi-emekçi düşmanı karakterini bir kez daha göstermiştir.
2008 yılında kamu ve özel şirketlerin emperyalist-kapitalist mali sermayeye 466,7 milyar dolar borcu bulunuyordu. Bu rakamlar AKP hükümete geldiğinde ise 126,6 milyar dolardı. AKP iktidarı, dış borçlarla ve inşaat sektörüyle yapay bir büyüme rejimini esas almıştır. Yeni iş kolları ve üretim yaratmamış, bununla birlikte kamuya ait var olan üretim faaliyetlerini de özelleştirme ile çok uluslu tekellere veya yerli kompradorlara satarak ekonomide belli bir istikrar yakalamıştır.
2003’ten günümüze kadar 60 milyar doların üzerinde kamu kuruluşu özelleştirilerek, özel şirketlere tahsil edilmiştir. AKP iktidarı Türk hâkim sınıflarının emperyalistlerle ekonomi alanında kurduğu yarı-sömürge yapıya uygun bir stratejiyi yaşama geçirmiştir.
Bugün artık yüksek enflasyon, yüksek kur, yüksek faiz sarmalı içerisinde can çekişen bir ekonomi gerçekliği bulunmaktadır. AKP/R.T. Erdoğan ekonomik yönetimdeki çöküşü dış güçlere bağlayarak kendini aklamaya çalışmaktadır. Uzunca bir süre gündemi işgal eden, Rahip Brunson tartışmaları da bu yaklaşımın bir ürünü olarak şekillenmiştir.
Açık ki faiz oranlarının %25’e hatta 40 ve 50’lere çıkarılması sorunun esas kaynağının nerede yattığına işaret etmektedir. Yurtdışından gelen döviz ile ekonomi çarkını döndürmeye çalışanların bu paranın çekilmeye başlaması karşısında feryat figan olması hiç şaşırtıcı değildir. Zira Türk hâkim sınıfları ve bugün kaptan köşkünde oturan R.T. Erdoğan/AKP iktidarı, bu sarmalın içerisindedir, tarafı ve sorumlusudurlar.
Özetle, bugün ekonomik ve onun bir yansıması olarak ortaya çıkan siyasi kriz, temelde Türk devletinin, emperyalist- kapitalist güçlerle kurduğu yarı-sömürge ilişkisinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamda yapısaldır. TC ekonomisinde kimi dönemlerde yaşanan bazı olumlu gelişmeler egemen sınıflar ile emperyalistler arasındaki konjektürel ilişkinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Ve açıktır ki her olumlu adımın emekçilere geri dönüşü daha fazla sömürü yağma talan ve kazanılmış hakların gaspı demektir.
– Ekonomide yaşanan gelişmelerle, devrimci, ilerici ve yurtsever güçlere, toplumun muhalif kesimlerine yönelik saldırganlık ve gözaltı furyası arasında bir ilişki kurmak mümkün mü?
Meseleye daha geniş bir perspektifle yaklaşırsak, ABD merkezli düşünce kuruluşları 21. yüzyılı, ‘ayaklanmalar yüzyılı’ olarak tanımlamıştır. Açık ki bu durum emperyalist-kapitalist sistem açısından alarm zillerinin çalması için yeterlidir. Bu tespit aynı zamanda emperyalist-kapitalist sistemin büyük bir dar boğaz, buhran içine gireceğinin, aralarındaki çıkar çatışmalarının derinleşeceğinin de bir itirafı durumundadır.
Zira, emperyalizmin kendi içinde yaşadığı hegemonya savaşı milyonlarca işçi ve emekçinin daha fazla yoksullaşması, açlık ve sefaletle yüz yüze kalması ve de belki de en önemlisi bölgesel ve dünya ölçeğinde yaşanacak savaşlarla kitlesel bir şekilde yaşamını yitirmesi, sürgün yollarına düşmesi anlamına geliyor.
Toparlarsak, emperyalist sistemin söz konusu çelişkilerinin artması, TC devletinin de gelecekte yaşanacak büyük fırtınalara daha hazırlıklı girmesi yönündeki eğilimini güçlendirmiştir. ‘Türk Tipi Başkanlık Sistemi’ de bu eğilimin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Devletin gerçek sahipleri, onun bekası adına, devlet aparatını bir bütün olarak elden geçirmiş yeni ve büyük savaşlara karşı daha hazırlıklı hale getirmiştir.
Kuşkusuz tüm bunlar yapılırken bahsettiğimiz sürecin başarıya ulaşabilmesinin ilk yolu da buna karşı koyabilecek toplumsal dinamiklerin yok edilmesi, etkisizleştirilmesidir.
Kriz durumları bu politikanın zirve yaptığı, devletin yüzündeki her türlü demokrasi peçesini yırtıp attığı dönemlerdir. Zira, kendisi açısından bir varlık- yokluk sorunu yaşanmaktadır.
Diğer yandan da ekonomik ve siyasal alanda yaşananlar geniş ezilenler cephesinde de öfkenin birikmesine, çelişkilerin derinleşmesine vesile olmaktadır. Korkunun büyüklüğü de bundandır. Söz konusu öfkenin örgütlü bir güce dönüştürülmesinin önüne geçebilmek için hâkim sınıflar topyekûn harekete geçmektedir.
Bugün, başta Kürt ulusal hareketi olmak üzere, devrimci, ilerici güçlere yönelik bu saldırganlık furyasının temelinde bu nedenler yatmaktadır. Gelinen aşamada, AKP iktidarı, zor, şiddet ve baskı, gözaltı ve tutuklama, sindirme ve korkutma ile iktidarını ayakta tutabilir haldedir.
– Son dönemlerde 3. Havalimanı işçilerinin çığlığı ile daha görünür hale gelen, işçi ve emekçilerin çeşitli gerekçe ve taleplerle açığa çıkan bir tepkisi söz konusu. Emekçiler cephesinde yaşananları nasıl okumak gerekiyor?
Yukarda bir kısmını açtığımız tablonun en fazla etkilediği kesim işçi sınıfı ve emekçiler olmaktadır.
Türk hâkim sınıfları emperyalistlerle kurdukları ilişkinin bir sonucu olarak ortaya çıkan krizi, işçi ve emekçilerin sırtına yıkmaya çalışacaktır. Bu öteden beri böyledir. Bu durum sınıfın tarihsel kazanımlarının hedef tahtasına konulması, esnek ve güvencesiz çalışma rejiminde vidaların iyice sıkılması, yaşanan zamlarla alım gücünün düşmesi, yoksulluk ve yoksunlaşma şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Tüm bu gelişmelerin emekçilerin bilincinde büyük bir öfkeyi harmanladığına ise kuşku yoktur. İş cinayetlerinde seri halde can veren, emeği gasp edilen, kazanılmış haklarına göz dikilen işçi sınıfı ve emekçiler, bu duruma elbette sessiz kalmayacaktır.
- havalimanı işçilerinin büyük oranda kendiliğinden gelişen tepkisi de bunun bir sonucudur. Bugün sınıf içten içe kaynamaktadır. Emekçilerin AKP iktidarına yönelik öfkesi giderek büyümektedir. Ne var ki bu sinerji hala büyük oranda kendiliğinden gelişmekte ve büyük bir örgütsüzlük hali taşımaktadır.
İşçi sınıfı bugün her an işsiz kalma tehlikesi, ücretlerinin ödenmemesi, çalışma saatlerinin uzaması, iş güvenliği ve sağlığı koşullarının iyice bir kenara atılması bunun sonucunda da her an ölüm riski ile karşı karşıyadır.
Öte yandan, sermaye işçilerden yapılan kesintilerle oluşturulan, İşsizlik Sigorta Fonu’na göz dikmiştir. İşçilerin maaşları bu fondan ödenmeye başlanmaktadır.
Çalışma yaşamı işçi ve emekçiler için adeta cehenneme çevrilmektedir.
– 28 Ekimde “Kriz ve Şiddet Sarmalında Birleşik Mücadelenin Olanakları; Ne Yapmalı?” Başlıklı bir Forum düzenliyorsunuz. Forumda hangi sorulara yanıt aranacak?
28 Ekimde düzenleyeceğimiz Forum tamda açmaya çalıştığımız ekonomik ve siyasal kriz ikliminde, sınıfın ve emekçilerin öfkelerinin giderek yükseldiği bir atmosferde gerçekleşiyor.
Sınıfın ve emekçilerin, daha genel anlamda yığınların, düzene yönelik gelişen bu tepkilerini örgütlemek acil bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor. Ne var ki bugün Türk hâkim sınıfların özellikle de 15 Temmuz darbe girişiminden bugüne değin yaşama geçirdiği saldırganlık furyasıyla, toplumun en örgütlü ve dinamik kesimlerini önemli oranda etkisizleştirmeyi başardığını, kitle hareketinin geri çekilmesini sağladığını söylemek yanlış olmaz.
12 Eylül’ün karanlık dönemlerini aşan böylesi bir atmosferde, toplumun devrimci-demokratik güçlerinin bu kapsamlı saldırılara karşı bir araya gelmesi, yan yana durması ve güçlerini birleştirmesi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim 24 Haziran seçimlerinde elde edilen başarı da bu duruşun neler yapabileceğini ortaya koymuştur!
Hâkim sınıflar, ekonomik ve siyasal krizleri derinleştikçe, çeşitli biçimler altında şiddete yönelmektedir. Bu durum ise devrimci-demokratik güçlerin önüne birleşik mücadeleyi acil bir ihtiyaç olarak getirmektedir.
Emek, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin bileşeni olan tüm güçler, ideolojik-politik farklılıklarıyla birlikte direnmeyi, yan yana durmayı başarmalıdır!
Söz konusu birleşik mücadele gelinen aşamada devrimci-demokratik güçleri de aşan bir şekilde sınıfın değişik iş kollarında ve bölgelerde parça parça gelişen direnişler açısından da elzem durumdadır.
Forum, tamda kriz ve şiddet ikliminde birleşik mücadelenin olanaklarını emeğinde dünyasında aramayı ve ‘Ne Yapmalı?’ sorusuna birlikte yanıt bulmayı amaçlıyor!