Başımız öne düşmeden, hep ileriye, daima ileriye bakarak doğrulacak, gözyaşlarını içimize akıtacağız. Onları engin bir sevgiyle kucaklayacak, kavgaya sarılır gibi sarılacağız. Her birinin anısı canlı kalacak belleğimizde, onlar gibi savaşmayı, onlar için de dövüşmeyi başaracağız. Yoldaşlarımız, en sevgililerimizdi onlar, onlardan en çok ölüme meydan okumayı öğreneceğiz. Bize, devrim için nasıl dövüşeceğimizi, komünizm için nasıl yanıp tutuşacağımızı öğretecekler…
Çapını yalnız bizim bilebileceğimiz, ağırlığını ancak bizim anlayabileceğimiz bir darbe aldık. Yaramız derindir, içten içe kanamaktadır. Ne ilk vurgundur bu, ne de son olacaktır. Son bulsun diye sömürü ve zorbalık, dünyanın her köşesinde yola koyulanlar, isyanı kuşananlar vardır. İşte ölümü erken kucaklayan onlardır. Önderlik, öncülük etmek budur ve bu hiçbir zaman karşılıksız kalmayacaktır. Başta İbrahim Kaypakkaya olmak üzere proletaryanın şehitlerince yakılan ateş, düşmanların tümüyle yok oluşuna kadar sürecektir.
İnsanlığı kurtuluşa götürecek onurlu bir davanın neferiydi onlar. Yaşamlarını buna adamış, bu yola baş koymuşlardı. Çok işler başardı, çok büyük emek harcadılar. Nakış işler gibi ilmek ilmek ördükleri halk savaşının, en gözü pek gerillalarıydılar. Şimdi, ölümün koynunda hep birlikte güneşe karışırken, bir büyük patlamanın fitili olacaklar. Ölümlerimizin doğurganlığıdır bu. Zafer şarkıları söylemek için yaktığımız ateşe sönmez bir karakter kazandırmaktır bu.
Komünistti, gerillaydı ama aynı zamanda kadındı onlar. Emekçi kadınların, sınıfsal baskı ve sömürünün ötesinde cinsel kimliklerinden ötürü daha ağır, daha yoğun ve daha aşağılık bir baskı ve sömürünün hedefi olduğunu kavramış, kavgalarına kadına özgü direniş ve mücadele rengini katmışlardı. Kadınların kurtuluşu için yürütülen mücadelenin sınıfsal kavgayla bütünleştiği zeminde, komünist kadının öncülüğünü yapıyorlardı. Örnek olmuşlar, önder bir misyon edinmişlerdi. Kadının özgürleşmesine açılan yolun bayraktarıydılar; Merallerin, Ayferlerin, Nergizlerin, Dileklerin, Çiğdemlerin mirasını büyütüyorlardı…
Bayrak nöbetini devretmenin adıdır ölüm. Kızıl bayrağı yukarıda tutmanın, soldurmadan ve yıpratmadan taşımanın bedelidir ölüm. Sınıf mücadelesine hız katmanın, devrim yolunu kısaltmanın en yalın ifadesidir ölüm. Bu yüzdendir yaşamla sevdalı, ölümle nikâhlı olmamız. Bu yüzdendir ölüme bu kadar sakınmasız ve hesapsız yürümemiz, bu yüzdendir ölümü hiç tereddütsüz kucaklamamız…
Ölüm karşısında boyun eğmeyişimiz, yaşamı çok sevdiğimiz, yaşama çok değer verdiğimiz içindir. Yaşam-ölüm diyalektiğini, yeniye, ileriye açılan bir devinim olarak kurmaktır amacımız…
Eziyet, cefa ve zulüm göze alınmadan, esaret ve işkence çekilmeden sınıf mücadelesinin bir adım ileri gittiği görülmemiş, ölüme yürümeden savaşın kazanıldığına rastlanılmamıştır. Bunu bilenlerin, bunu yaşayanların harcıdır devrim. Bir şartımız vardır, silahımız yere düşmeyecek, bayrağımız inmeyecek, kanımız yerde bırakılmayacaktır. Bunun için ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin hoş gelmiş, sefa gelmiştir. Bunun için ağıtlarla değil marşlarla uğurlanırız, bu sayede gözümüz arkada kalmamış, gülümsememiz yüzümüzden silinememiştir…
Yoldaşlarımız, Komünist Partisi’nin 39 yılı deviren tarihinin 8. Parti Konferansı ile gerçekleşen atılım döneminde, savaş cephesini tahkim eden ve düşmanın korkusunu adım adım büyüten bir çizginin öncüleriydi. Tepeden tırnağa savaşa kilitlenmiş, baştan aşağıya mücadeleye odaklanmışlardı. Savaşın geliştirilmesi için önemli adımlar attı, özverili çalışmalar yürüttüler. İnsanlığın sınıfsız toplum ülküsünü şiar olarak bellemiş, düşleri gerçek kılma yolunda seferber olmuş bir geleneğin nadide temsilcileri oldular.
Komünistleri korkusuz ve hesapsız yapan, ideallerine ölümüne bağlı kılan, mutlak zafere olan bilimsel inançlarıdır. Bu inanç, bugüne kadar harcanan bütün emekler ve ödenen bedellerin yarattığı birikim sayesinde güçlenmekte, özgür geleceğe yürüyüşün adımlarını sıklaştırmaktadır. Yarınlara hükmetmenin, geleceği kazanmanın yolu, bu inancı somut gerçeklikle buluşturan fedakâr, inatçı ve kararlı mücadelenin sürekli kılınmasıyla tamamlanacaktır. Ardına bakmadan yürümenin, gelecekten kuşku duymamanın, haklı bir davanın takipçisi olmanın anahtarı budur.
Bu dava, yüzyılların mirası ve geleneği üzerinde şekillenmiş, milyonların kanı ve canı pahasına karakter kazanmıştır. Devrimler, kurtuluş savaşları, isyan ve direnişlerle kaplı tarihi sürecin, özgürlük ve eşitlikle örülü sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyayı yaratacağına olan inancımızın üstesinden gelemeyeceği hiçbir engel, zorluk ve yenilgi yoktur. Hiçbir darbe ve vurgun, hiçbir kayıp ve sarsıntı mücadeleyi durduramayacak, aksine daha güçlü ve yenilmez kılacaktır.
Bunun yasası, yitirdiğimiz canların devrettiği mücadele ve direniş bayrağının yere düşürülmemesi, savaş sloganlarının susturulmaması, eylem çizgilerinin bozulmamasıdır. Teminatımız ideolojimiz, teminatımız örgütümüzdür. Her komüniste kimlik ve nitelik kazandıran, örgütü, örgütlü gücüdür. İrademizi birleştiren, yıkıcı ve dönüştürücü bir güç haline getiren yegâne gerçeklik budur. Buna sahip olmadığımız, bunu yitirdiğimiz zaman bir hiç haline geleceğimiz açıktır.
Beş kadın yoldaşımızın mücadele yaşamlarının bir kez daha kuvvetli biçimde beyinlere kazıdığı bu gerçekliğin en önemli sonucu, gücü oluşturan iradenin savaş azmi ve pratiği sayesinde değer kazanmasıdır. Ölümsüzlüğe yolculananları, kavgada şehit düşenleri anmanın tek ifade biçiminin, bizlere devrettikleri, can katarak büyüttüğü ve yücelttikleri mücadeleye daha sıkı sarılmaktan geçmesi, onlara karşı borcumuzu tanımlar. Her biri savaş haykırışı, her biri savaşa davet çağrısı olan yoldaşların bizlerden bekleyeceği budur.
Demokratik halk devrimi mücadelesi kesintisiz biçimde sürecek, halk savaşı yükselecektir. Sefagül, Nurşen, Gülizar, Fatma ve Derya yoldaşların yaşamlarını adadığı, ölümüne bir tutkuyla sarıldığı ezilenlerin davası; onların izinden gidecek, onlar gibi savaşacak, onlar gibi düşmanın üstüne yürüyecek, onlar kadar kararlı, onlar kadar cesur, onlar kadar direngen olanlar sayesinde başarıya ulaşacaktır. Bu onurlu görev için seferber olmanın, bu misyonu yerine getirmek için ileriye atılmanın zamanıdır. Bütün kavga ve direniş cephelerinde, bütün mücadele platformlarında, yaşamın her alanında çoğalmanın; düşmanın, işbirlikçi ve hainin üzerine yürüme vaktidir…
Faşist-Kemalist diktatörlüğün azgın saldırılar örgütlediği, katliam ve baskılara hız verdiği bir süreçten geçiyoruz. Başta Kürt halkının ulusal mücadelesi olmak üzere bütün ezilenlerin, yoksullar ve emekçilerin tepki ve öfkesi büyümektedir. Sınıf mücadelesinin ateşini düşürmek için faşist ve gericiler elbirliğiyle davranmakta, sömürü ve yağma düzenini korumak için seferber olmaktadır. Komprador burjuvazi tarafından reformist ve tasfiyeci rüzgârların körüklendiği sürece müdahale etmenin biricik koşulu; savaşçı, direnişçi ve ihtilalci dinamiklerle buluşmak, komünist düşünceyi yaymak, kitleleri devrime kazanmaktır.
Halk savaşçısı kadın yoldaşlarımızın yükselttiği proleter bayrağı bütün mücadele alanlarına taşımalıyız. Her yerde onların adı duyulmalı, onların haykırışları yankılanmalıdır. Beynimizde bilinç, bileğimizde güç, yüreğimizde cesaret olmalılar. Onlarla nefes alıp vermeli; yılmayan, yıkılmayan, teslim olmayan ihtilalci ruhlarını yaşatmalıyız. Tıpkı öncelleri gibi uğruna yaşamlarını feda ettikleri devrim mücadelesi zafere taşınmalı; öfkemiz volkan olup patlamalıdır…
Anıları rehberimiz olsun, kavgaları yolumuzu aydınlatsın!
(29 Nisan-12 Mayıs 2011 tarihli Özgür Gelecek gazetesinden alınmıştır.)