OHAL koşullarında gerçekleşen seçimlerle Türk hâkim sınıflarının sevinçten gözyaşı döktüğüne şüphe yok.
Egemenler, 24 Haziran seçimleriyle, zaten uzunca bir süredir fiili olarak uyguladıkları ve anayasa referandumu ile yasal alt yapısını kurdukları başkanlık rejimine geçişi sağladı. Türk devletinin, kurulduğu günden bu yana öyle yasa-kanun-hukukla pek ilişkisi olmamışsa da rejimin üzerinde yükseldiği bir düzlemin varlığına her dönem önem gösterilmiştir.
Nihayetinde bu düzlem, kırmızıçizgileri kalınca çizilmiş ve tehlike anında hiç düşünmeden çiğnenebilecek bir gerçekliğe sahiptir.
Siyasal alanda, Türk hâkim sınıfları cenahında, klikler, çeşitli güç odakları ve gruplar arasında 2002’den bugüne değin süregelen tüm mücadelelerin devletin re-organizasyonu stratejik hedefi etrafında yürüdüğü bugün gelinen aşamada açıkça ortaya çıkmıştır.
Devletin her dönem için anın koşullarına uygun bir şekilde kendini yenileyebilme kabiliyeti aynı zamanda onun sürdürülebilirliğinin-devlet geleneğinin- de temel yapıtaşını oluşturuyor. Bu bakımdan Türk devletinin, Osmanlı’dan çok güçlü, kurumsallaşmış bir devlet adabı, kültürü, mirası devraldığını söylemek yanlış olmaz.
Türk hâkim sınıflarının, başkanlık rejimi ile devletin bir bütün olarak işleyiş ve örgütlenmesi hususunda yaptıkları değişiklikler, yeni bir savaşa girmeden tüm kurmaylarını, güçlerini, teçhizatlarını, strateji ve taktiklerini gözden geçiren bir ordunun yaptıklarına benziyor.
Saflar yeniden elden geçirilmiş, yeni dönemin ağır şartlarına ayak uyduramayacaklar ıskartaya çıkarılmış, emir komuta zinciri yeni düzenlemelerle iyice perçinlenmiş ve savaş arabasının tüm yönetimi, otoritesi tartışmasız, güçlü bir savaş kurmayında toplanmıştır!
Bundan sonra savaş, bu yeni kurmaydan yönetilecek, tüm kararlar buradan verilecek, savaşın strateji ve taktiği bu mutfakta pişirilecektir. Tüm yönetim kademeleri, anayasal bir güvenceye kavuşturulan iktidar işleyişine itaat etmek durumundadır. Savaş arabasının tüm mekaniği bunun üzerine inşa edilmiştir.
Açık ki, yeni ve daha büyük zorlu düşman(lar)la savaşa girme durumu karşısında her muktedirin ilk yapacağı budur.
Burada en önemli soru buna neden ihtiyaç duyulduğunda ve bu düşmanın kim olduğunda!
Dipten Gelen Dalga(lar)
Açık ki artık hiç kimse için sır olmayan bir kriz gerçeği ile yüz yüzeyiz. Bizim ki gibi emperyalist sermayeye göbekten bağımlı, birikimini sanayi üretiminden öte taşeronlukla çoğu zamanda gasp ederek, çalıp-çırparak, işgal ederek sağlayan devletlerde kriz hali süreklidir, olağandır.
Ne var ki bu durum sıklıkla artık saklanamaz, derinlere gizlenemez olur ve şiddetli bir şekilde patlak verir. Aslında geniş anlamda emekçi yığınlar ve de yönetici zevat açısından kriz olarak algılanan budur. Kriz, dışardan gelen paralarla, çeşitli kaynakların peş keş çekilmesiyle dönen çarkın, dişlisinden çıkması başka bir deyişle balonun patlaması anlamına gelir.
Emperyalist- kapitalist sermayenin, 2000 sonrası için öngördüğü tablonun, AKP eliyle sağlanan büyük bir kitle tabanı sayesinde, teker teker yaşama geçirildiği ortada.
KİT’lerin özelleştirilmesi; esnek ve güvencesiz çalışmanın ana çalışma rejimi haline getirilmesi, taşeronlaştırmanın yaşamın her alanına dizginsiz bir şekilde sirayet etmesi; işçi sınıfı ve emekçilerin kazanılmış haklarına yönelik saldırılar,(emeklilik yasası, kıdem tazminatı, işçi büroları vs vs…) ve bu dizgiye eklenebilecek sayısız uygulama, öngörülen projenin kendisiydi.
Kuşkusuz söz konusu adımları yaşama geçirmek için çarkların dönmesi, ülke ekonomisinin “büyümesi” gerekiyordu. Bunun içinde paraya ihtiyaç vardı. Bugünlerde sıklıkla dile getirilen “yabancı yatırımcı kaçıyor” ifadesi burada anlam kazanıyor.
Sanayiye ve üretime yatırım yapmadığını bildiğimiz yatırımcının kaçmasından duyulan korku, iktidar açısından sıcak para kaynağının kesilmesidir.
Gelinen aşamada, ekonominin tekerleğinin döndürülemediği, komprador burjuvazi ve toprak ağalarının, talan ve soygunla ülkeyi büyük bir borç ve kriz batağına sürüklediği hepimizin malumu.
Bilinir ki her kriz, aynı zamanda büyük bir karmaşa ve kaos anlamına gelir.
Geniş emekçi yığınlar kriz dönemlerinde biriktirdikleri büyük öfkeyi dışa vurma potansiyeli taşır. Bunun örgütlü bir nitelik alıp almamasından bağımsız bir şekilde, tek başına bu durum bile son derece tehlikelidir. Zira, ortada büyük bir hoşnutsuzluk vardır ve bizim gibi ülkelerde bunun iktidarın surlarını dövmesi uzak bir ihtimal değildir.
Kaos durumunda tehlike göstergesini büyüten birer aktör olarak unutmayalım ki, her şeye karşın yok edilemeyen, büyük bir ısrarla varlığını ve iddiasını sürdüren devrimci, ilerici güçler de vardır.
Bugün işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlar üzerinde etkisi oldukça azalmış, örgütlülükleri ufalmış olsa da önemli bir potansiyel olarak varlıklarını sürdürmektedir.
Yağma Yok Kadınlar Var!
Öte yanda vurgulamak gerekir ki, OHAL’in ilanından bugüne değin sayısız kez
mücadeledeki kararlılığını ve yıkıcı gücünü sınayan, dipten gelen bir kadın hareketi söz konusudur. AKP iktidarının toplumu muhafazakârlaştırma projesinin önüne ilk engel olarak dikilen kadınlar, gün geçtikçe safları sıklaştırmış, tüm yasaklara, baskılara ve saldırılara rağmen gelişen bir hareket olarak varlığını sürdürüyor.
Dahası başkanlık rejimiyle ivmesi yükselecek olan kadın düşmanı uygulamaların hareketin çeperini ve etkisini büyüteceği gerçeğidir.
Özellikle Gezi İsyanıyla birlikte daha görünür olan, homofobi ve transfobiye karşı verdiği mücadele ile ciddi kazanımlar elde eden LGBTİ hareketinin altını çizmek gerekir.
İslam tandanslı bir iktidarın belki de en şiddetli ve alçakça saldırdığı toplumsal kesimlerin başında birbiriyle etkileşim halindeki bu iki hareketin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Sadece ulusal temelde değil aynı zamanda inanç ekseninde de kendisi dışında ki her şeyi yok sayan, baskı altına almaya ve asimile etmeye çalışan bir devlet yapısı ile karşı karşıya olduğumuz bir gerçek. Kuruluşundan bu yana Sünni inancı üzerinde yükselen devletin, başta Aleviler olmak üzere, diğer inançlardan/mezheplerden emekçilere yönelik tutumu son derece düşmanca olmuştur.
AKP iktidarı döneminde söz konusu düşmanlığın zirvelerde dolaştığını ise söylemeye gerek yok sanırız. Barbar, vahşi cihatçı IŞİD çeteleriyle iş tutan iktidar, Alevi inancından geniş emekçi yığınlarda büyük bir tepkiye neden olmuştur.
Diğer toplumsal hareketler kadar mobilize ol(a)masa da inanç özgürlüğü başlığında taleplerini her gün daha güçlü ve etkili bir şekilde hem de yüksek sesle dile getiren, başta Kürt hareketi olmak üzere direniş odaklarıyla yoğun bir etkileşim içinde olan demokratik Alevi hareketi önemli bir potansiyel olarak varlığını sürdürmektedir.
Ortadoğu Kaos ya da Kürdün Bumerang Çarpanı
TC devletinin üzerinde yükseldiği temel kolonlardan olan Kürt ulusunun inkârı gerçeğini de bir kenara not etmeli.
Zira, 2011 yılında Suriye’de başlayan çatışmalarla birlikte buradaki her gelişmeyi iç sorunu olarak gören AKP iktidarı, menziline Kürtleri almakta gecikmedi. Esad’ı devirmek için yola çıkan AKP iktidarı, Kürtlerin ortaya çıkan tarihsel fırsata tutunmasıyla mızrağın ucunu Kürtlere çevirdi. İçerde özellikle de T. Kürdistanı’nda sürdürdüğü yoğun askeri operasyonlar, katliamlar(İlk akla gelen olarak Roboski katliamı) ve seri tutuklamalarla (hatırlayalım KCK operasyonları) ile bir sonuca ulaşamayan AKP iktidarı, karşısında yeni bir cephe buldu.
TC Esad’la hesaplaşmak için çıktığı yolda Kürtlerin Rojava modeli ile karşı karşıya kaldı. Denilebilir ki TC devleti, Kürtleri yok etmek için ne zaman imha, inkâr ve asimilasyona, şiddet silah ve katliama başvursa adeta bir bumerang gibi bir süre sonra Kürtleri daha güçlü ve örgütlü bir şekilde karşısında buldu.
Son 10 yıl içinde olan özetle budur!
Kürtlere yönelik katliamları OHAL’i kaldırıp(2002) ve asimilasyona ağırlık vererek uygulamak isteyen AKP, bu işe yaramadığında açık vahşete ve katliama yönelmiştir. Ne var ki siyasi partilerinin kapatılmasına ve onların önüne konan yüzde 10 barajına rağmen 7 Haziran seçimlerinde Kürtler onlarla birlikte mücadeleyi büyüten devrimci, ilerici güçlerle birlikte tüm bariyerleri yerle bir etti.
Kürt halkının mücadelesi, diğer milliyet ve inançlardan emekçilerin, devrimci, ilerici, güçlerin direnişiyle buluştu ve büyük bir enerji yarattı. Kimi geri çekilmeler olsa da bahsini ettiğimiz hareketin ana yönü büyüme ve gelişmeye doğrudur.
Öte yandan TC’nin dış politikası, neo-Osmanlıcı hezeyanları, başkanlık rejimine ihtiyaç duyulmasının temel gerekçeleri arasındadır!
Ortadoğu TC devletinin birinci derecedeki katkılarıyla adeta bir ateş çemberine döndü. Emperyalistlerin desteğiyle Osmanlıcı fetih hülyalarına kapılan TC devleti, Suriye’deki kaostan maksimum düzeyde faydalanmak için elinden geleni yapıyor.
Açık ki Türk hâkim sınıflarının yayılmacı politikası, emperyalistlerin yakın gelecek açısından İran’a yönelik planlarıyla paralellik arz etmektedir.
Son olarak NATO toplantısına da yansıyan bu durum TC’nin önümüzdeki günlerde Ortadoğu’da bir kez daha, “oyun kurucu” olmak için inisiyatif alacağını gösteriyor.
2011den bu yana “güçlü bir aktör” olarak Ortadoğu sahasına girdiğinde ne olduğunu hepimiz gördük. Yaşananlar bizi nelerin beklediği hakkında da fikir veriyor.
Birleşik Mücadelenin Sürekliliği
Başkanlık rejimine geçişin temel gerekçelerinin, bir kısmını açmaya çalıştığımız tüm bu gelişmelerin sadece aritmetik değil aynı zamanda organik bir toplamı olduğunu söylemek mümkün.
Komprador burjuvazi ve toprak ağaları, toplumsal çelişkilerin derinleşen gerçekliği, ezilenlerin büyüyen öfkesi; Kürt ulusunun yok edilemeyen ve dahası giderek genişleyen ve artan gücüne karşı kendini yeniden dizayn etmiştir.
Kaos ve kargaşa ile boğuşan Ortadoğu coğrafyasının sert koşullarında özellikle de efendilerinin planları ekseninde öne sürüleceği gerçekliğinden hareketle buna göre konumlanmaktadır.
Özetlersek, gerek coğrafyamızda gerekse de Ortadoğu’da yaşanması muhtemel aksiyonlar karşısında devleti- Ali harekete geçmiştir.
Ortaya çıkan bu durum, yani 24 Haziran seçimleriyle tüm iktidarı tek elde toplayan ve toplumsal meşruiyetini de sağlayan, gücünü tahkim eden AKP iktidarının taarruza kalkacağına şüphe yoktur.
Buna güçlü bir set çekmek, etkili bir karşı koyuşu örgütlemek pek çok ortak keseni bulunan, bir araya gelme zemini her gün daha fazla büyüyen devrimci, ilerici güçlerin ve Kürt hareketinin önünde duran önemli bir görevdir.
Daha büyük bir yoksulluk ve yoksunluk girdabına çekilmeye çalışılacak işçi sınıfı ve emekçi yığınların özgür gelecek umudunu başka türlü korumanın büyütmenin ve zafere taşımanın da şansı yoktur.
24 Haziran’da devletin tüm çabasına karşın barajın altına itilemeyen HDP gerçekliği birleşik mücadelenin etkisini, sonuçlarını da göstermiştir. Bir ittifak partisi olan HDP ve HDK bileşeni güçlerin, bu iki oluşuma dahil olmayan devrimci, ilerici güçlerin birlikteliği her şeye karşın büyük bir sinerjiyi açığa çıkarmış, 6 milyonu aşkın işçi ve emekçinin teveccühünü kazanmıştır.
Örgütsel düzeyde yaşadığı büyük daralmaya, yoğun askeri ve siyasi operasyonlarla yığınlar üzerindeki etkisinin azalmasına rağmen devrimci, ilerici güçler, Kürt hareketiyle yan yana, omuz omuza direnişi büyütmeyi ve önemli bir çekim merkezi olmayı başarmıştır.
Birlikteysek Daha Güçlüyüz!
Gelinen aşamada, ortaya çıkan bu büyük ve son derece önemli sinerjinin örgütlenmesine ihtiyaç olduğu ortadadır. HDP/HDK ile ittifak güçlerinin önüne koyacağı ilk hedefi, var olan birlikte hareket etme ruhunu ve pratiğini sürdürmek olmalıdır.
Başkanlıkla tüm kesimlerin çok daha büyük ve sarsıcı saldırılarla karşı karşıya kalacağına şüphe yoktur. Diğer yandan saldırıların çapı ve büyüklüğü dikkate alındığın da bugün hiçbir gücün bunu tek başına göğüsleme gerçekliği yoktur.
Açık ki sınıf mücadelesinin seyrine ve çelişkinin şiddetine dair tüm veriler, faşist diktatörlüğe, en ileri mevzide direnen ve burayı terk etmeyen 6 milyonluk bir kesimin varlığına işaret ediyor.
İlk elden yapmamız gereken bu kalabalıklara ulaşmak olmalıdır. Erkene alınacağına dair çokça alametin belirdiği yerel seçimler bunun için önemli bir fırsat olabilir.
HDP/HDK ile ittifak güçlerinin barajları yıkan birlikteliğini sürdürmek, bu sinerjiyi yerel seçimlere taşımak, parlamentonun olabildiğince işlevsizleştiği bugünkü durumda, yerellerde yığınlarla doğrudan ilişki kurmaya ağırlık vermek önümüzde duran vazgeçilmez bir görevdir!
24 Haziran, “birlikteysek daha güçlüyüz” düsturunun doğruluğunu bir kez daha ispatlamıştır!
BİR PARTİZAN