
2025, Aile Yılı Olacak(Mış?)
“Dinsel bakış açısıyla eril iktidar bakış açısının birleşmesi sonucu, AKP, aileyi kendi iktidarının beka koşulu olarak merkeze oturtmuş durumdadır.”
16 Şubat 2025
AKP, 2024’ü “Emekliler Yılı” olarak ilan ettikten sonra 2025’i de “Aile Yılı” ilan etti. Düşen doğum oranları, yükselen boşanma oranları ve giderek yoksulluğun derinleşmesi sonucu aile kalıpları hızla yıpranıyor, değişiyor. Aile, her toplumun yeniden üretiminin merkezinde yer alan önemli bir toplumsal kurum olarak, insanın bütün kimliklerini, inancını, düşün/yaşam tarzını, ilk ilişki ağlarını vs. edindiği alandır.
Dünya nüfusunun çok büyük kısmının, ailesinin dini, etnik, sınıfsal kimliklerini içselleştirmesi, ailenin bu merkezi ve toplum kurucu işleviyle mümkün olabiliyor. Dolayısıyla biyolojik yeniden üretim dışında, sosyalizasyonun ana merkezlerinden birisi olma işleviyle bütün devletlerin ilgi odağında yer alan, ailenin, kurumsallaştırılması, güçlendirilmesi ve süreklileştirilmesi iktidarın her türlüsü için varoluşsal bir sorundur. Bu çerçevede AKP de kendi güç ilişkilerine ve bekasına uygun olan dindar (Hanefi-Sünni-Milliyetçi…) aileyi oluşturabilme gayretiyle yıllardır çok yönlü girişimlerde bulunuyor. Doğum oranlarının “büyüme” endeksli ölçülen makul ortalamanın (% 2.1) çok altına yani % 1.51’e düşmesiyle birlikte, başedemediği ekonomik kriz sonucu “dindar aile oluşturma” hayallerinde büyük sorun yaşayan AKP, bu sürece daha aktif müdahale etme gayretiyle 2025’i “Aile Yılı” ilan ederek, yasal ve sosyal eksenli girişimleri artırmayı hedefliyor.
AKP’nin dindar aile politikaları, hükümet oluşuyla birlikte başlasa da, bu politikaları aleni ve hızlandırılmış biçime getirmesinin, türbanı gündemden ve sorun olmaktan görece çıkartıp, ordunun vesayetini kırdığı dönem sonrasından itibaren mümkün olabildiğini söyleyebiliriz. Ergenekoncularla birlikte, ordunun, hükümet ve devlet bürokrasisi üzerindeki vesayetini kırmasıyla, bürokrasi, ordu ve yargı içerisinde daha rahat at koşturabilen AKP, dindar nesile eşlik eden dindar aile için daha aleni ve azimli adımlar atmaya başladı.
2011 yılında, kullanmaktan ve kullanılmasından pek haz almadığı kadın isimlendirmesini Bakanlık adından çıkartıp Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nı kurdu. İstediği ailenin yaratılmasında Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ile birlikte en önemli kurumların birisi haline getirilen Aile Bakanlığı, evliliği teşvik etmekten doğumu “normalleştirip” sezaryen doğumu azaltmaya kadar pek çok girişimde bulundu. Yeni evlenenlere kredi; ilk doğan çocuğa 300 Türk Lirası, ikinci çocuğa 400 lira, üçüncü çocuğa 600 lira “destek” verse de bu “çocuk harçlığı” ile pek de ilerleme sağlanamadı.
2024 yılında ailenin korunmasına 16.6 milyar lira, kadının korunmasına ise 5.9 milyar lira ayıran (Birgün, 08.01.2025) Aile Bakanlığı, ekonomik krizin yarattığı yükün, aile ve kadını desteklemeye yetmediğini göstermiş oldu. Bu sebeple 2025’in ikinci haftasında bu desteklerin artırıldığı açıklandı. Yeni evlenenlere 150 bin lira faizsiz kredi, ilk doğan çocuğa tek seferlik 5 bin lira, ikinci doğan çocuğa her ay 1.500 lira, üçüncü ve sonrası için her ay 5 bin lira ödeneceği açıklandı. Ancak 150 bin lira düğün masrafına bile yetmezken, beş bin liranın üç çocuğa yetebileceğini düşünebilmek için kıt bir matematik bilgisine (yani TÜİK’te hakim tarz olan matematik bilgisine) eşlik eden kararmış bir vicdanın bulunması gerekiyor.
Bu “müjde” üzerine eski başbakanlardan Binali Yıldırım’ın “Para işin teferruatı, çocuk yapın” çağrısı yapması, saraylı düşünce tarzı ile kulübe düşün tarzının ne kadar farklı/zıt olabildiğini bir kez daha göstermiş oldu.
25 Aralık 2025’te Nüfus Politikaları Kurulu ve Aile Politikaları Enstitüsü kuruldu. “Aile Yılı” olarak ilan edilen 2025’te doğum ve evlilik oranlarının artırılması için daha merkezi ve aktif hareket edileceği izlenimi verilse de açlık sınırının altında kalan milyonlarca emekçi/emekli ve milyonlarca işçinin bulunduğu bir ülkede, bırakalım çocuk yetiştirmeyi, ev geçindirmek ve hayatta kalmak bile çok zor hale gelmiştir. Çalışan nüfusun yaklaşık yarısını kapsayan asgari ücretin, açlık sınırında gezindiği hesaba katılınca, çocuk yetiştirmeyi bırakalım, hayatta kalmak mücadelesinin çok yakıcı hale geldiği söylenebilir. Dolayısıyla iktidarın aile politikası, her şeyden önce ekonomik krize takılıyor. Bunun için elbette dini kurumların yardıma çağrılması gibi kadim bir politika devreye giriyor.
DİB, aktif görevde!
DİB’i pek çok açıdan etkili ve aktif hale getiren AKP iktidarı, Diyanet’in Aile ve Dini Rehberlik Büroları aracılığıyla aileyi kendi bekasına tabi olacak şekilde biçimlendirmeye çalışıyor. DİB’in 130 bini aşan kadrosu, sadece Hanefi/Sünni Müslümanlara hizmet verirken, Şafi, Alevi, Yahudi, Hıristiyan vatandaşların vergilerini -laik olduğu söylenen bir devlet ve sistem içerisinde- sadece Hanefi/Sünni vatandaşlar için kullanabiliyor. Dedelere maaş bağlanıp bu imaj düzeltilmeye çalışıldıysa da DİB’in yoksul ailelere bolca ekmek yeme önerisi yapacak kadar aciz durumda olduğu ve hangi sınıfa hizmet ettiği gözlerden kaçmıyor.
Ekonomik krizi manipüle etmekte başarısız olan DİB, arzu edilen aileyi yaratma hedefinde de henüz beklenilen başarıyı yakalayamamıştır. Yine de dindar nesil yaratma hedefine eşlik eden dindar aile projesi için ön saflarda çalışmaya devam eden DİB, 2025 yılı için daha aktif olmaya hazırlanıyor. Konferanslar, aile/evlilik danışmanlığı vs. için hazırlık yapan DİB, 2024’te olduğu gibi aile ve kadına dair bol bol fetva verecek gibi görünüyor.
TC devleti, 1985 yılında taraf olduğu “Kadınlara Her Türlüğü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” (CEDAW), 2004 yılında yani AKP, hükümet olduğu sırada Meclis’ten geçtiyse de, bu sözleşmenin etkili işletilmediğini, sayısı her yıl artan kadın cinayetlerinden görebiliriz. Kürt sorunu, Alevi sorunu, eğitim sorunu, ekonomik kriz sorunu vs. gibi birçok büyük sorunu çözemeyen ama çözüyormuş gibi gözüken AKP, kadın sorununu da çözüyormuş gibi gözüküp, kendi dinsel kimliğine uygun politikaları yaşama geçirmeye çalışıyor. Sibel Özbudun’un henüz 2012 yılında AKP’nin denge politikasına dair yaptığı tespitin, bugün de geçerliliğini koruduğu söylenebilir:
Bu dengeyi koruyabilmek için her “resmi” vesilede “Kadınların hayat şartlarının iyileştirilmesi, eğitim seviyelerinin yükseltilmesi, çalışma ve seçilme haklarının yaygınlaştırılması, toplumsal statülerinin güçlendirilmesi ve aile içi şiddet başta olmak üzere karşılaştıkları olumsuzlukların giderilmesi”nden (A.Gül); “Kız çocuklarımızın ve kadınlarımızın eğitimin her kademesine daha fazla katılması dolayısıyla toplumsal hayatın her alanında daha fazla rol oynaması”ndan “Her türlü ayrımcılığın sona erdiği bir dünya”dan (R.T.Erdoğan) dem vursalar da AKP zihniyetinde kadınların asli pozisyonlarının sınırları “Aile kurumunun temel taşı, değerlerimizin temsilcisi taşıyıcısı ve koruyucusu” olmalarıyla çiziliyor. Yani statükonun muhafazasının güvencesi oluşlarıyla. (…) Yani her şeyin olduğu gibi devam etmesi için korunup kollanmaları, sınırlarının sıkıca gözetilip bu sınırları ihlal ettiklerinde cezalandırılmaları gereğiyle… (Zamanın Ruhu: AKP Milliyetçilik Muhafazakârlık, Ütopya Yayınları)
Eğitimi tarikatlara açarak dinselleştiren AKP’nin, istediği aileyi yaratma çabası, cılız da olsa muhalefete ve derin yoksulluğa takıldığından, hedeflenenle başarılanlar arasındaki büyüyen uçurumla birlikte sürmeye mahkum görünüyor. Kürtaj hakkını her geçen yıl sınırlandırıp fiilen ortadan kaldıran; bu yolla kadının kendi bedeni/hayatı üzerindeki haklarını erkek devlete yeniden teslim etmek isteyen AKP, kadınların mücadeleyle elde ettikleri kazanımları zayıflatırken, erkeği yeniden aile reisi kılma gayretiyle kreşlere karşı bile hıncını göstermiştir.
Yeni ve ucuz kreşler açmak yerine, varolanları kapatıp, kadınların eve ya da tarikatlara hapsolmasını sağlamaya çalışan AKP, kadının istihdama katılımını destekler gibi görünürken, makro politikalar düzeyinde de bunun tam tersini yapıyor.
Kadınların gücünü kırmak için kadın hareketlerine yoğun şekilde saldıran AKP, kadın mücadelesinin en büyük kazanımlarından birisi olan İstanbul Sözleşmesi’nden, Meclis onayı olmadan, TC devletinin çıkmasını sağlamıştır. Kadın hareketini “faşizan bir dayatma ve toplumu cinsiyetsizleştiren bir düşman” (CNN; 13.01.2025) olarak gördüğü LGBT hareketiyle özdeşleştiren AKP, her iki hareketi, batı orijinli dış mihrak ve aile düşmanı sayarak zayıflatma yönelimiyle, kadını eve ve erkeğe bağımlı/bağlı kılma ve kutsal anne ile eşle sınırlı bir alana hapsetmeye odaklanmıştır.
“Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu”na kapatma davası açmaktan da çekinmeyen AKP, kadın hareketine daha fazla saldıracağını ilan etmiş oldu. Ortadoğu’daki en gelişkin kadın hareketlerinden birisine sahip olan Türkiye’deki feminist hareketin gücü, AKP’nin aile hayalinin önündeki en büyük engellerden birisi olarak görünüyor. Kadınlar kendi bedenlerine, hayatlarına sahip çıktıkça ataerkil erkeğe ve dolayısıyla ataerkiye bağlı biçimlenen küçük devlet işlevli bir aileye bağlı olmak yerine, kendi kararlarını vermek gibi aykırı hareketlerde bulunabiliyorlar.
Bu durum, AKP’nin toplumları yönetmesi için gerekli dindar, uysal, devletçi aileyi kurumsallaştırmasını engelliyor. Kadınlar özgürleştikçe, iktidar ve devletin hareket alanı daraldığından dolayı, AKP, eril iktidar odağı olarak kadınların erkekler karşısında güçlenmesini, daima beka/varoluş sorunu şeklinde algılamaktadır.
Dolayısıyla oy kaygısı veya AB’ye şirin görünme amacıyla kadın haklarını savunuyor görünse de AKP’nin kadınların güçlenmesini, kendi gücüne karşı bir engel olarak gördüğü rahatlıkla söylenebilir. “Aile Yılı”nda da kadın hareketine daha güçlü salvolarla saldırmayı planladığını ilan etmiştir. Bu saldırılara ekonomik saldırıların da eşlik edeceği aşikâr.
Bütünlüklü mücadeleyi büyütmek gerekiyor
En düşük emekli maaşıyla geçinmeye, yaşamaya çalışan 4 milyon civarı emekli ve çalışan nüfusun yaklaşık yarısını oluşturan asgari ücretliler, kirasını bile ödeyemez duruma gelmiştir ve gıda sorunu kronik boyuta evrilmektedir. İşsiz sayısı -AKP’lilerin bile güvenemediği- TÜİK’e göre 3.1 milyonu bulurken; iş aramadığı için işsiz sayılmayanlar ve eve kapanan kadınlarla bu rakam katlanarak artıyor.
DİSK-AR’a göre geniş tanımlı işsizlik % 28’i bulurken, (yani 11.7 milyon işsiz varken) işgücüne katılım oranı Kasım 2024’te % 54.2 (yani 35.8 milyon kişi) ile Avrupa genelinde sondan altıncı sırada yer almıştır. (Cumhuriyet, 11.01.2025) İşgücüne katılmayanların neredeyse dörtte üçünün kadın olduğu ve istihdamdaki kadınların yaklaşık üçte birinin ev işletmelerinin istihdamından oluştuğu gözönüne alındığında, AKP’nin kadın istihdamına pek bir katkı sunmak istemediği sonucunu çıkartabiliriz.
Yoksulluğun en fazla kadın ve çocukları vurduğunu da vurgulamak gerek. Yüksek enflasyonla birlikte yoksulluğun açlık/gıda krizine evrildiği düşünüldüğünde AKP’nin aile projesinin/hayalinin önündeki engellerin büyüdüğü söylenebilir.
Uzun süren ekonomik kriz, evlilik yaşının ortalamasının erkeklerde 28’e kadınlarda 25’e çıkmasını sağlamıştır. AKP’nin zihninde gerçek din sayılan Sünniliği hakim hale getirme yoluyla toplumu dinselleştirip ekonomik krize tampon oluşturma ısrarı, Sünni olmayan kesimler kadar, Sünni yoksulların da tepkisiyle karşılaşıyor. AKP’nin oy oranlarının giderek düşmesinde ekonomik krizin büyük payı olduğu malum. MHP ile ortak hareket ederek oy oranlarını daha fazla düşüren AKP, bu sorunlara ve zayıflama eğilimine rağmen dindar aile hayalinden vazgeçemiyor.
Dinsel bakış açısıyla eril iktidar bakış açısının birleşmesi sonucu, AKP, aileyi kendi iktidarının beka koşulu olarak merkeze oturtmuş durumdadır. Bu varoluşsal sorunu pek çok sorunla birlikte iç içe çözmek zorunda kalan AKP, daha büyük girdaplar yaratmanın önüne geçemiyor.
Bu çerçevede AKP hükümetinin aile politikasındaki ısrarına karşı, sınıfsal, ve cinsel boyutlardaki mücadelelerin büyütülüp birleştirilmesi, öncelikler arasında yer almalıdır. İç içe geçen bu boyutları birbirinden bağımsız ele almaya çalışmak, sorunu dar kalıplara sıkıştırmaktan başka anlam taşımıyor. Aile dolayısıyla bütün kimlikleri ve bedenleri kendi güç ilişkileri ekseninde biçimlendirmek isteyen AKP, toplumsal cinsiyet ilişkilerini iktidara (yani güç ilişkilerine) tabii kılıp sınıfsal-politik gücü temerküz etmeye çalışırken; bu bağı, dini kullanarak güçlendirme çabasıyla birlikte, dinsel kimliği de sınıfsal kimliğe eklemekte ve böylece sınıfsal, cinsel, etnik ve dinsel kimlikleri iç içe geçiren bir politik hatla bekasını ve gücünü daimi kılmaya çalışmaktadır.
Dolayısıyla bu beka stratejisine karşı bütünlüklü mücadelenin yeşertilip büyütülmesi gerekmektedir.
Toplumların bütünlüklü ele alışı, algısı, tanımı olmaksızın, bütünlüklü değişimlerini sağlamak mümkün olmadığından dolayı, her cepheden saldırıların çok cepheli ve bütünlüklü stratejilerle bertaraf edilmesi zorunludur. Sınıf savaşımını mümkün kılan toplumsal cinsiyet ilişkileri ve ailenin yeniden üretimi, kurumsallaştırılması/yapılaştırılması ve değiştirilmesinde öne çıkan güç odakları, toplumsal değişime en fazla yön veren odaklar olacaktır.
Dolayısıyla aileyi toplumsal cinsiyet ilişkileri gibi sınıf mücadelesinin bir parçası haline getirerek, ailenin “küçük devlet” işlevinin zayıflatılması eşliğinde, “küçük direniş odağı” haline getirilmesinin önü açılmalıdır.
İktidar hırsı ve güç savaşları ile sürekli yıpranan toplumları yeniden üreten, iyileştiren, büyüten ve en önemli kurumlarından birisi olan ailenin biyolojik tür insan ile toplumsal tür olarak insanın birliğini sağlarken, toplumsal varoluş/beka dinamiklerini kurumsal eksenlerde sürekli diri tutarak hem iktidar odaklarınca hem de direniş odaklarınca biçimlendirilebildiğini tarihte de sıkça gördük. Dolayısıyla AKP’nin iktidar ilişkilerini esas alan aileyi, sınıfsal çelişkiler başta olmak üzere cinsel, dinsel, etnik, mesleki tabakalaşmaları zayıflatmayı esas alan direnişçi aileyi inşa edip güçlendirmekle zayıflatmak mümkün olacaktır. Toplumun bütünlüklü değiştirilmesi bütün parça ve alanların birbiriyle bağını güçlendirerek mümkün olabileceğinden, ailenin çok yönlü ele alınıp bu bütünlükte emekçiler ve ezilenlerin bekası doğrultusunda yapılaştırılması hayati bir sorun olarak ele alınmalıdır.