1915’ten 1937’ye Dersim Tertelesi!
Dersim Tertelesi ’70 kuşağı sol-sosyalist devrimciler arasında ve bugün dahi yürütülen tartışmalarda, hakim sınıfların mı yoksa halkın yanında mı olmanın önemli bir göstergesi olmuştur.
15 Mayıs 2024
Üzerinde yaşadığımız coğrafyada soykırımlar, katliamlar bir an olsun eksik olmadı. Coğrafyamızda binlerce yıldır yaşayan halkların yaşamında katliam, sürgün, acı ve gözyaşı eksik olmadı. Yeni bir yüzyılın henüz başında, geçmiş yüzyılı aratmayan soykırım ve katliamlara tanık oluyoruz. Daha dün Artsakh’ta yaşanan tehcir ve soykırım bugün Filistin halkı Gazze’de yaşıyor. Rojava’da ise işgal edilen Kürt halkının topraklarının yanısıra, yeni soykırım planları güncelliğini koruyor.
1915 Ermeni Soykırımı’ndan sorumlu Osmanlı Türkiye’sinden bugüne –aradan yüz yıldan fazla zaman geçmesine rağmen– henüz bir “yüzleşme ve özür dileme” erdemi gösterilmezken, yeni katliam ve soykırımlar gerçekleştirilerek günümüze kadar gelindi. Yeni inşa edilen Türk ulus devleti de 1913-23 arası Rum Pontus halkından arındırılmış, 300 binden fazla Rum, Türkiye’den mübadele yolu ile yaşadığı toprakları terk etmeye zorlanarak göçe zorlanmıştır.
Yeni İttihatçı Kemalistler, kendi iktidarlarını sağlamlaştırana kadar sözde “demokratik” görünmüş, özellikle Kürtlerin desteğini almak için kullandıkları “eşitlik-özgürlük” söylemlerini hızla terk ederek gerçek kimliklerine dönmüşlerdir. Nitekim daha devletin ilk yıllarında 1921 yılında Koçgiri ulusal hareketi kanla bastırılmıştır.
Ermeni Soykırımı temeli üzerine kurulan yeni devlet, geçmişin pratiğini tekrarlamayı sürdürdü. Şeyh Sait (1925), Ağrı (1928), Zilan (1930) ve Dersim Tertelesi (1937) ile Kemalistler İttihat ve Terakki döneminde yaşanan Ermeni Soykırımı’nı hiç aratmadılar. Cumhuriyet Türkiye’sinde homojen bir ulus yaratmak için ulusu ve Sünni mezhebi dışında var olan ve yaşayan çeşitli milliyet ve inançlardan (Süryani-Ezidi-Kildani) halkın yaşamasına müsaade edilmedi.
“Tek millet-tek bayrak-tek vatan-tek dil ve tek din” stratejisi ile hareket edildi. Ermeni mülklerine çökülerek ele geçirilen sermayenin büyütülmesi için adına “sermayenin Türkleştirilmesi” denilen bir politika izlenmeye devam edildi. Varlık Vergisi Kanunu bu yüzden çıkarıldı.
Ermeni-Rum halkı ülkeden kaçırtmak için 6-7 Pogromları düzenlendi. Maraş, Sivas ve Çorum’da Alevi inanç sahibi vatandaşlara tahammülsüzlük ile katliamlara imza atıldı. Bu süreç aynı zamanda “yüzyıllık Cumhuriyet” tarihinin “imha ve yok etme” politikaları üzerinde yükseldiğini gösterir.
Bu katliamlarda birisi de on binlerce Kızılbaş Alevi’nin katledildiği ve zorla yerinden edildiği Dersim Tertelesi’dir. Dersim Tertelesi’nin 87. yılında içinde bulunduğumuz koşullar, geçmişte yaşadıklarımızdan farklı bir durum olmadığını göstermektedir.
Devlet cenahında bir değişiklik yok. Ermeni Soykırımı anmalarına dahi tahammülsüzlük, işçi sınıfının Taksim 1 Mayıs alanında gösterilerinin yasaklanması, geçmiş Dersim 1937 anmalarının engellenmesi vb. Türkiye’nin Erdoğan-Bahçeli rejimi ile yasaklar ülkesi olmayı sürdürdüğünü göstermektedir.
R.T.Erdoğan’ın 2011 yılında Dersim için “Devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim” derken samimi değildi. İktidarını henüz sağlama almamıştı. Tamamen oy kaygısıyla söylenmiş ifadelerdir. Eğer Erdoğan samimi olmuş olsaydı; Dersim katliamı mağdurlarının Meclis Dilekçe Komisyonu’na 2012 yılında verdikleri “özür dilenmesi, hakikatler araştırma komisyonunun kurulması, arşivlerin tarihçilere açılması” önerisine 11 yıl sonra “işlem yapılamaz” kararı verilmezdi.
Türk devlet geleneği hakikatlerin ortaya çıkmasına asla izin verilmeyeceğini göstermiştir.
Erdoğan, ABD-AB’den destek bulmak için henüz devlet kurumlarını ele geçiremediği yıllarda “Ermeni-Alevi-Kürt Açılımları”, “demokrasi ve kardeşlik” projeleri adı altında kamuoyu ve toplumu kandırabilmiştir. Ama bugün Erdoğan, devletin bütün kurumlarını ele geçirmiş hiç kimseye ihtiyacı kalmamıştır. Bugüne kadar hiçbir “Açılım”da verilen sözler yerine getirilmemiştir. 2015 yılında “Kürt Açılımı”nda masayı deviren de Erdoğan’ın kendisi olmuştur.
“Açılım” adı altında “Çöktürme Planı” devreye sokuldu. Birçok Kürt ili haritadan silindi. “Ermeni Açılımı” ile Artsakh’ta tehcir ve soykırım hayata geçirildi. “Alevi Açılımı”nda, Sivas’ta 33 kişinin katliamında yer alan kişiyi hapishaneden tahliye etti. Alevi vatandaşların haklarının anayasal güvence altına alınmasına karşı çıkılmıştır.
Türk devletinin tarihi, “Açılım”lar tarihidir. Her “Açılım”da faşizme biat etmeyen hedef alınmıştır.
Türk devlet geleneği tedip (terbiye etme), tenkil (katletme)!
Türk devlet geleneğinde “devamlılık esas”tır! Bu, defalarca kez kanıtlanmış tarihsel bir olgudur. Nitekim Dersim halkına karşı 4 Mayıs 1937’de başlayan, 70 bin kişinin öldürüldüğü, dağlarda mağaralara sığınan halkın zehirli gazlarla (bir “Türk büyüğü”nün ifadeleriyle “bir fare gibi zehirlenerek”) katledildiği, kadınların taciz ve tecavüze uğramamak için kendilerini dağlardan uçurumlara ve nehre attıkları, ölmemek için din değiştirmek zorunda kaldıkları, çocukların ailelerinden koparılarak Türk-Müslüman yapılıp hizmetçi olarak kullanıldığı, Munzur suyunun insan cesetleri ile aktığı “37 Dersim Tertelesi” bizlere, 1915 yılında yaşanılan Ermeni Soykırımı’nın bir benzerini hatırlatmaktadır.
İttihat ve Terakki Partisi’nin devamı olan Kemalistlerin 1800’lerden bu yana Türk devlet geleneğinin “temizlenmesi gereken çıban” olarak gördüğü, Kürt Kızılbaş-Alevi inancına sahip halkın, yalan ve kara propagandalarla “tedip ve tenkil edildiği” Dersim Tertelesi’nin 87. yıldönümündeyiz.
Abdülhamit döneminde başlayan Ermeni katliamlarının yanısıra Kürt-Alevi-Kızılbaş inancına sahip halkı, zorla Müslüman-Sünni yapmak için gerçekleştirilen pogromlar; Osmanlı devleti yıkıldıktan sonra da gerçekleştirilmiştir. Ermeni meselesi “hallolmakla” birlikte, geride kalan “kılıç artıkları”nın ve Alevi-Kızılbaşların zorla Türkleştirme ve Sünnileştirme politikası kesintisizce sürdürülmüştür. Bu kez gerekçe, Türk ulus devletin inşasıdır.
Herkes Türk ve Sünni yapmak devletin beka politikası olarak hayata geçirilmiştir. Daha Cumhuriyet’in ilk yıllarında 1921 yılında başlayan Koçgiri ulusal özgürlük hareketi; İttihatçılıkları bilinen, Trabzon’da Ermeni katliamları ile tanınan Topal Osman ile birlikte katliamlar örgütleyen Sakallı Nureddin Paşa komutasında birlikler tarafından katliamla bastırıldı. Hatırlanacağı üzere, Sakallı Nureddin Paşa “zo’ları hallettik, sıra lo’lar da” (Ermenileri hallettik, sıra Kürtlerde) sözleri ile tanınmaktadır.
1937 Dersim Soykırımı’na gelene kadar birçok rapor hazırlandı. Gizli veya açık hazırlanan raporlarda Kürt, Alevi-Kızılbaş sorununun halledilmesi açık ve net olarak belirtiliyordu. 1926 yılında Mülkiye Müffettişi Hamdi Bey’in Hükümete sunduğu raporda “Dersim, cumhuriyet hükümeti için bir çıban başıdır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliyat yapmak ve elim ihtimalleri önlemek memleket selameti için mutlaka lazımdır” diyerek uyarılarda bulundu.
Aynı şekilde İsmet İnönü de 1925 yılında Türk Ocakları’nda yaptığı konuşmada “vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemahal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf her şeyden evvel, o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır” derken bütün İttihatçılıktan gelen kadroların hepsi bir noktada birleşiyordu: İmha ve yok etmek!
Bu amaç doğrultusunda Koçgiri, Ağrı, Zilan katliamlarından sonra sıra Dersim’e gelmişti. Dersim için TBMM’de birçok yasalar çıkarıldı. 1934’te Türkiye’yi etnisite esasına göre bölen İskan Kanunu çıkarıldı. 1935’te sıkıyönetim kanunları bölgeye uyarlanması içi Dersim adı değiştirilerek Tunç-eli yapıldı. Elazığ, Erzincan, Bingöl illerine vali olarak Sakallı Nureddin Paşa’nın damadı, General Abdullah Alpdoğan atandı.
Bu kişi zalim, gaddar olarak tanınmış İttihatçı kadroların devamcısıdır. En önemlisi ise 1937’de Islahat Programı ile Dersim’de yollar, okullar, kışlalar, hükümet konakları, demiryolları inşa edilmesi kararlaştırıldı. Okullarda çocukların bir Türk ve Sünni olarak yetiştirilmesi planlandı. Aşiretler göçe zorlanarak, yerlerine Türkler yerleştirilerek demografik yapı değiştirilmesi kararı alındı.
Dersim yasak bölge ilan edilerek, Türk olmayanların Dersim’e yerleştirilmesi kararlaştırıldı. Dersim açık hava hapishanesine dönüştürüldü. Ve 4 Mayıs 1937 günü Bakanlar Kurulu kararı ile Dersim Tertelesi’nin startı verildi. TBMM’de bu karar onaylandı. Mustafa Kemal ise imzaladı.
1915’te Ermenileri sahiplenmenin bedeli ağır oldu!
7’den 70’e yaşlı, kadın, çocuk-çoluk ayırımı yapılmadan topluca insanlar katledildi. Dersim’in dört bir yanında Tujin Dağı, Zel Dağı, Mercan Dağları, Laç Deresi, Ali Boğazı, Kayışağa Yarması … gibi birçok noktada katliamlar yaşandı.
Bugün bütün bu katliamları devletin yetkili ağızlarından dahi duymaktayız. Süleyman Demirel hükümetinin Dışişleri Bakanı olan İhsan Sabri Çağlayangil, Kemal Kılıçdaroğlu’na yaptığı açıklamada “Ordu zehirli gaz kullandı, mağaraların hepsinin içerisinde bunları fare gibi zehirlendi. Ve 7’den 70’e Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekat oldu” diyerek o dönemin canlı tanığı olarak gerçekleştirilen katliamı övünerek itiraf ediyordu.
Dersimliler Kızılbaş-Alevi Kürt kimlikleri ile geleneksel Türk-Sünni mezhebinden tamamen farklı, gelenek, görenek, yaşam tarzları ve inançlarına sahip bir halktır. Mazlumun yanında olmak, ezilene sahip çıkmak, haksızlıklara boyun eğmemek gibi insani değerlere, zorluklara ve bedeller ödeme pahasına sahip çıkan Dersimliler, 1915 Ermeni Soykırımı’nda Ermenileri topluca korumuş ve onlara sahip çıkmışlardır.
Koruma ve sahiplenmeleri ile tanınan Dersimliler bu davranışı devlet tarafından hiç de iyi karşılanmamıştır. Not edilmiştir.
Devlet, yeri zamanı geldiği vakit en ağır şekilde bedelini ödemeyi planlamıştır. Yurdun dört bir yanında İttihat ve Terakki yönetiminin aldığı kararlara uymayan vicdanlı görevliler de oldu. Bunlar ya görevden alındı. Veyahut cezalandırıldı. Dersim bölgesi ise Ermenileri topluca korumaları bakımından istisnadır. Ermenileri sahiplenmenin cezası bu yüzden ağır olmuştur. Operasyonlar başlarken “Dersimliler Müslüman değildir”. “Seyit Rıza’nın çadırında haç bulundu” vb. diyerek Dersimliler halka “düşman” olarak gösterildi. Yani dün uygulanan devlet politikası “Ermeni’ye bulaşan yanar” olurken, bugünün devlet politikası ise “Kürde bulaşan yanar” olmuştur.
Nitekim Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Hrant Dink’in katledilmesi sürecinin başlangıcı olan olay Sabiha Gökçen davasıdır. Devletin örnek “Cumhuriyet kadını” olarak lanse ettiği Sabiha Gökçen’in kimliğini ortaya çıkaran Hrant Dink’tir. Yetim kalan, Ermeni bir çocuğun M.Kemal tarafından evlatlık alınmasına kadarki süreci kamuoyu ile paylaşan Hrant Dink, tabuları yıkarak, gerçekleri açıklamış bedelini hayatı ile ödemiştir.
Soykırım kurbanı kadın ve çocukların Müslüman-Türk ailelerine hizmetçi yetiştirilmek üzere verilenlerden birisi M.Kemal’in manevi kızı olarak bilinen Sabiha Gökçen’dir. Katliam, kıyım ve tehcir sırasında annesi-babasını kaybeden Sabiha Gökçen yetim kalan bir Ermeni çocuğudur. Sabiha Gökçen’in ise asıl ismi Hripsime Sebilciyan’dır. Bursa’nın sayılı ailelerinden olan Sebilciyan, iki yaşında ailesinden kopmuştur, annesi ve babasını tanımamaktadır.
Bursa’da bir yetimhaneye -uzun yürüyüşe dayanamayacağı için- ailesi tarafından bırakılmıştır.1922 yılında Bursa’ya gelen M.Kemal, 9 yaşındaki Sabiha’yı akıllı ve sevimli görür. Evlat edinerek, Ankara’ya götürür. Sabiha cumhuriyet kadını olarak tanıtılır. Oysa gerçek hiç de böyle değildi. 1937-38 soykırımında Dersim’i bombalayan ilk kadın pilot olarak tarihe geçti. Sabiha Gökçen anılarında bombalama emrinin bizzat M.Kemal tarafından verildiğini söylemiştir.
Dersim Tertelesi M.Kemal’in emriyle gerçekleştirilmiştir!
Devlet tarafından bir “çıban” olarak görülen Dersim’in dize getirilmesi için fırsat kollanmış ve uygun bir zamanda harekete geçilmiştir. Tedip ve Tenkil Harekatı’nın emrini veren, katliam planını bizzat onaylayan M.Kemal olmuştur.
Dersim’e sefere çıkılmış ve on binlerce insan kadın, çoluk-çocuk katledilmiştir. Katliamın gerekçesi olarak propaganda edilen “Seyit Rıza’nın isyanı” ise tamamen yalandır. Dersim’in dönemin ileri gelenleri “Dersim’i isyana teşvik etmekten” göstermelik olarak oluşturulan mahkemelerde alelacele yargılanarak, idam cezasına çarptırılmışlardır. Ekim’in ortasından Kasım 15’ine kadar süren yargılamalarda Seyit Rıza, oğlu ve arkadaşları Elazığ’ın Buğday Meydanı’nda idam edilmişlerdir.
Tamamen kin ve nefret üzerine kurulu özel mahkemelerde yargılanan Seyit Rıza, oğlu ve arkadaşları yargılanan değil, mahkemeyi yargılar duruma getirmişlerdir. Asılsız suçlamalar üzerine alınan kararlar doğrultusunda hareket eden mahkemeye “yalancı ve şerefsiz hükümet” diyerek tavrını koymuştur. İdam edilmeleri için -kendi yasalarını dahi çiğneyerek- yaşlarını S.Rıza’nın 75’ten 54’e indirerek, oğlununkini ise 17’den 21’e çıkartarak infaz etmişlerdir. Diğer idam edilenler Usene Seydi, Fındık Ağa, Resik Usen (oğlu), Aliye Mirze Sıli, Hesene İvraimi, Hesen Ağa’dır.
Seyit Rıza ve arkadaşları 14-15 1937 Kasım gecesi idam edildiler. Seyit Rıza en son idam edilmiştir. M.Kemal’in de Elazığ’da idam edildiği gece orada bulunduğu söylenmiştir. Ve bir an önce idam edilmesini beklemektedir. İdamdan önce de Seyit Rıza ile de görüştüğü bilinmektedir. “Nedamet getirdiği takdirde affedileceği”nin, konuşulanlar arasında olduğu bilinmektedir. Ama Seyit Rıza davasını savunmuş, “aman” dilememiştir.
İhsan Sabri Çağlayangil’in bizzat yer aldığı idam gecesinde namaz kılıp, kılmayacağı sorulmuş ama istememiştir. İnfazdan önce son isteği ise “40 liram var, bir de saatim, oğluma veriniz” olmuştur. Kabul edilmemiştir. “Oğlunu da asacağız” demişlerdir. “Öyle ise beni ondan önce asın” talebinde bulunmuş, bu talebi de kabul edilmemiştir. İdam mahkumunun son isteği dahi yerine getirilmemiştir.
İlk önce oğlu Resik Hüseyin idam edildi. Seyit Rıza ise idama giderken kendisi ilmiği boynuna geçirdi. Tekmeyi vurarak ölümsüzleşti. Son sözü “Ben sizin hilelerinizle baş edemedim bu bana dert oldu, ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim bu da size dert olsun” oldu.
Dersim Tertelesi ’70 kuşağı sol-sosyalist devrimciler arasında ve bugün dahi yürütülen tartışmalarda, hakim sınıfların mı yoksa halkın yanında mı olmanın önemli bir göstergesi olmuştur. Dersim katliamına destek veren TKP’den bugünkü Doğu Perinçek gruplarına kadar, bir cümle hepsi milli zulmün destekçileridir. Mazlumların yanında yer alan İbrahim Kaypakkaya, tıpkı Ermeni Soykırımı gerçekliğine parmak bastığı gibi Dersim direnişi, Şeyh Sait gibi Kürt direnişlerini savunarak devrimci duruş sergilemiştir.
Bütün sosyal şovenlerle arasına kalın bir çizgi çektiğini şöyle ifade etmiştir: “Kürt isyanlarının yeni Türk devleti tarafından vahşice bastırılmasını ve peşinden yapılan kitle katliamlarını feodalizme karşı yönelmiş ‘ilerici’, ‘devrimci’ bir hareket diye alkışlayanlar, sadece ve sadece iflah olmaz hakim ulus milliyetçileridir.”
Soykırım ve katliamlarla yüzleşmeden bırakalım devrimci olmayı, ilerici ve demokrat olunamayacağını bir kez daha ifade ediyoruz. Dersim Tertelesi’nde katledilenleri bir kez daha anıyoruz.